Kendimize şunu sormanın vakti; o trajik olayların ardından yaptığımız varsayımlar ve kurduğumuz ilkeler bizi gerçekten daha güvenli yaptı mı? | TED | حان الوقت لنسأل أنفسنا: هل قامت الافتراضات والسياسات التي طورناها عقِب تلك الأحداث المأساوية بجعلنا حقًا أكثر أمنًا؟ |
Doğru olmaktan uzak varsayımlar ortaya atıyorlar. | TED | إذن هم يقومون بنوع من الافتراضات البطولية حول ذلك. |
Öğrencilerimin konuşmasını dinledikçe kaç öğrencimin Abby gibi varsayımları olduğunu merak etmeye başladım. | TED | ومع مشاهدة طلبتي يخوضون النقاش فعلًا، بدأتُ أتساءل كم عدد طلابي ممن لديهم هذه الافتراضات مثل آبي. |
Sonra bu varsayımları denklemlere dönüştürürüm. Bunun gibi bir şey çıkar. | TED | ثم أحول هذه الافتراضات إلى معادلات، والتي قد تبدو شيئًا من هذا القبيل. |
Bu bölümün yalnızca yüz tanımada uzmanlamış olduğundan emin olmanın tek yolu bu varsayımların hepsini elemek. | TED | الطريقة الوحيدة للتأكد أنّ تلك المنطقة مسؤولة فقط عن تمييز الوجوه هي عبر دحض تلك الافتراضات. |
Peşinen kabul ettiğimiz, doğru veya yanlış böyle yüzlerce varsayım vardır. | Open Subtitles | إلخ. هناك المئات من الافتراضات المخفيّة أشياء نعتبرها من المسلمات وقد تكون أو لا تكون صحيحة. |
Çok fazla varsayımda bulunuyorsun, bu yüzden kapatıyorum. | Open Subtitles | أنتِ تقولين الكثير من الافتراضات وسأغلق الخط |
Matematik, aynı zamanda, varsayımlar yapmak ve bu Varsayımlarla oynayıp neler olacağına bakmaktır. | TED | إنها أيضاً حول صنع الافتراضات واللعب بهذه الافتراضات لنرى ماذا يحدث. |
Ki bu yine üretim artışına dair iyimser varsayımlar yaparsak. | TED | وذلك مع وجود تلك الافتراضات المتفائلة حول نمو الإنتاج. |
Bazı varsayımlar, başka varsayımlar yapmadan çelişkilere yol açmayabilir. | TED | قد لا تؤدي بعض الافتراضات إلى تناقضات دون تقديم مزيدٍ من الافتراضات. |
Sezgisel adalet kavramımızın aslında birbiriyle çelişebilecek birtakım varsayımlar içerdiği ortaya çıkıyor. | TED | اتضح أن مفهومنا البديهي للعدالة يحوي في الواقع عدداً من الافتراضات المتناقضة فيما بينها. |
Ardından, bu elemanların birbirleriyle ve çevreleriyle nasıl etkileştikleri üzerine varsayımlar geliştiririm. | TED | ومن ثم أصوغ الافتراضات عن كيفية تفاعل هذه العناصر مع بعضها البعض ومع بيئتها. |
Neyse ki, bu bir model olduğundan tüm varsayımları kontrol ederiz. | TED | لحسن الحظ، وبما أن هذا مجرد نموذج، فنحنُ مسيطرون على كل الافتراضات. |
Bu varsayımları 46 vakaya dayanarak yapıyorsunuz. | Open Subtitles | أنتِ تضعين هذه الافتراضات على أساس 46 حالة. |
Gelecekte otomasyon tarafından tehdit edilecek meslekler, görevler ve işler hakkında yaptığımız varsayımların birçoğuna ileriye dönük olarak meydan okunacak gibi görünüyor. | TED | لذلك فالكثير من الافتراضات التي نفترضها حول نوع المهن والمهام والوظائف والتي ستكون مهددة بواسطة التشغيل الآلي في المستقبل من المرجح جدًا أن يثبت خطائها. |
Ama Ken, yaşım ilerledikçe varsayımların tehlikeli olduğunu öğrendim. | Open Subtitles | لكن "كين"، كلما تقدمت في السن أتعلم أن الافتراضات خطيرة |
Kimsenin varsayım yapmamasını ben söylemiştim. | Open Subtitles | لقد قلتُ بأنّ الشيء الوحيد الذي لا يجدر بنا عمله هو طرح الافتراضات |
Bizim işte varsayım gibi bir lüksümüz yok. | Open Subtitles | ظننت أنكِ على علم بحقيقة عملنا التي لا تحمل متسع من الافتراضات |
Çok fazla varsayımda bulunuyorsun, bu yüzden kapatıyorum. | Open Subtitles | أنتِ تقولين الكثير من الافتراضات وسأغلق الخط |
Birbirimiz hakkında daha fazla varsayımda bulunmadan önce beklememizi istememin asıl nedeni şu... | Open Subtitles | الآن قبل أن نضع المزيد من الافتراضات حول بعضنا البعض، أريدك أن تعرف السبب الحقيقي لماذا أردت منا أن ننتظر. |
Varsayımlarla hareket ediyoruz. | Open Subtitles | نحن نضع الكثير من الافتراضات هنا |