Ve serotonini elbette depresyon ve endişe durumlarında duymuşsunuzdur. | TED | ولابدّ أنكم سمعتم بالسيروتونين، بطبيعة الحال في سياق أمراض مثل الاكتئاب والقلق. |
Ancak depresyon ve anksiyeteye sebep olduğu kanıtlanan etkenlerin çoğu biyolojik kökenli değil. | TED | ولكن معظم العوامل التي قد ثبت أنها تسبب الاكتئاب والقلق لا تتعلق بجيناتنا وتركيبنا البيولوجي. |
Tek bir şey, öğrendiğim depresyon ve anksiyete sebeplerini birleştiriyor. | TED | وهناك أمر واحد يجمع بين كثير من مسببات الاكتئاب والقلق التي تعرفت عليها؛ |
Sam halinden hiç de memnun değildi çünkü aşırı depresyon ve anksiyete sebebiyle gelen çok hastası vardı. | TED | كان سام منزعجًا للغاية بسبب العدد الكبير من المرضى الذين يأتون إليه وهُم يعانون من مشاكل الاكتئاب والقلق الرهيبة. |
Lisa 7 yıldır ağır depresyon ve anksiyete sebebiyle evinde dışa kapalı yaşıyordu. | TED | وكانت ليسا قد انعزلت في منزلها مع الاكتئاب والقلق الخانقين لسبع سنوات. |
Küçük ama giderek önem kazanan bir dizi kanıta göre bu, depresyon ve anksiyetede gerçek ve anlamlı düşüşler yaşatabilir. | TED | وتوجد أدلة قليلة ولكنها تزداد تدريجيًا، على أن هذا المنهج بإمكانه إحداث انخفاض حقيقي وملموس في نِسَب الاكتئاب والقلق. |
Ama bir tanesi şu ki depresyon ve anksiyetenin... ...aslında ne olduğu hakkındaki düşünce şeklimizi değiştirmemiz gerek. | TED | ولكن أحد الأسباب هو أنه يجب علينا تغيير فكرتنا عن حقيقة الاكتئاب والقلق. |
En büyük iddialardan biri, yoganın depresyon ve anksiyete bozuklukları semptomlarını iyileştirmesi. | TED | أحد أكبر المزاعم هو أن اليوجا تُحسِن أعراض اضطرابات الاكتئاب والقلق. |
Bir akciğer hastalığı olan kronik obstrüktifi olan hastalara, Alzheimer'ı olanlara depresyon ve endişesi olan hastalara Parkinson hastalarına uyguladık. | TED | وقمنا باستخدام هذا الجهاز مع مرضى لديهم مرض الانسداد الرئوي المزمن، وهو مرض رئوي، مرضى يعانون من الزهايمر، مرضى يعانون من الاكتئاب والقلق والناس الذين يعانون من مرض باركنسون. |
Annemden, 22 yaşındaki yeğenim Paul'un, depresyon ve anksiyeteyle yıllar boyu süren savaşından sonra hayatına son verdiği haberini aldım. | TED | كان هذا هو اليوم الذي تلقيت فيه مكالمة من والدتي لتخبرني أنّ ابن أخي بول ذو الـ22 عامًا قد انتحر، بعد سنواتٍ من الصراع ضد الاكتئاب والقلق. |
Zorlukla baş etme şeklim onunla direkt olarak yüzleşmek. Bu yüzden, iki yılımı depresyon ve anksiyeteyi araştırarak geçirdim, bulduğum şeyse akıl almazdı. | TED | والآن، طريقتي في التعامل مع المحن هي مواجهتها وجهًا لوجه، لذا قضيت العامين التاليين أبحث عن معلوماتٍ عن الاكتئاب والقلق. وما اكتشفته كان مثيرًا ومشوّقًا. |
Tütün ürünleri kullanan gençlerin esrar ve alkol kullanma ve gençlik ya da yetişkinliklerinde depresyon ve kaygı bozukluğu yaşama ihtimalleri daha yüksek. | TED | ويرتفع ميل المراهقين المُستخدمين للمنتجات التبغية نحو تدخين الماريغوانا وشرب الكحول وتنامي أعراض الاكتئاب والقلق خلال المراهقة أو عند البلوغ. |
Şu anda olan problem birisi, mutluluk oranlarının ayın yüzeyi kadar düz olmasına rağmen, depresyon ve anksiyete yükseliyor. | TED | إحدى المشاكل التي تحدث الآن هي أنه على الرغم من أن معدلات السعادة مسطحة كسطح القمر فإن معدلات الاكتئاب والقلق آخذة في الارتفاع. |
Haftada iki kez buraya geleceksin, depresyon ve anksiyeteli bir hasta grubuyla tanışacaksın, ne kadar zor durumda olduğunu değil birlikte anlamlı ne yapabileceğiniz hakkında konuşacaksınız, böylece yalnızlık çekmeyecek ve hayat amaçsız gibi hissetmeyeceksiniz." | TED | سوف نطلب منك أن تأتي إلى هذا المركز مرتين في الأسبوع لمقابلة مجموعة من مصابي الاكتئاب والقلق الآخرين، لا للتحدث حول كم أنتم تُعساء، بل لتكتشفوا شيئًا ذا معنى يمكنكم القيام به معًا لكيلا تشعروا بالوحدة وأن حياتكم لا معنى لها." |