Bu şiddet sarmalını kırmak zorundayız ve bu noktaya bir an evvel çocuklarımızla birlikte ulaşmalıyız. Onlara değer vermeliyiz, küçük görmemeliyiz. | TED | علينا أن نكسر دائرة العنف هذه و نعمل على ذلك مبكرًا مع أطفالنا أو أطفالنا الصغار، والتنويه بهم وعدم امتهان كرامتهم. |
Yalnızca fikirlerini onayladığımız insanlarla iletişim kuruyoruz ve sosyal medya sayesinde kalanları susturabiliyor, takip etmeyi bırakabiliyor ve engelleyebiliyoruz. | TED | نحن نميل للتواصل مع الناس الذين يتفقون معنا، وبفضل وسائل التواصل، يمكننا إخراس، وعدم متابعة ومنع أي شخص آخر. |
Fakat tatmin olmuşluk duygusu yerine kaygılı ve sürüklenmiş hissettim. | TED | ولكن بدلاً من الشعور بالرضا كنت اشعر بالقلق وعدم الهدوء. |
- Gidip hiçbir şey demeyeyim mi? - O daha mı iyi olur? | Open Subtitles | هل علينا الذهاب لهناك وعدم التفوه بشيء هل هذا سيكون أفضل حالاً ؟ |
Bu durum, toplumların bütününü kısır bir yoksulluk, eşitsizlik ve umutsuzluk döngüsüne hapseder. | TED | هذا يترك مجتمعات بأكملها محاصرة في حلقة مفرغة من الفقر وعدم المساواة واليأس. |
deseydi. Sizin de her seferinde asla başaramayacağı ve yine düşeceği düşüncesi ile başa çıkması için danışmanlık yaptığınızı düşünün. | TED | ويكون عليكم أن تجلبوا له المساعدة ليستطيع التعامل مع مشاعر عدم الكفاءة وعدم القدرة على الوصول والفشل في كل مرة. |
Kara Şövalye'nin sol gözünde görme ve kararsızlık olduğunun programlanması onaylandı. | Open Subtitles | تأكيد برمجة ذلك الفارس الأسود ضعف الجانب الأيسر وعدم التوازن للغد |
"sır"rı sakladılar; böylece "gücü" kendilerinde tutup, paylaşmadılar ve insanlar bu "sır"rı bilmediler. | Open Subtitles | كانوا يريدون الاحتفاظ بتلك القدرة وعدم مشاركتها لذلك تركوا الناس جاهلين عن السر |
Hayır, hayır, ayak bileğimdeki şey yüzünden gelemem ama belki gelirim ve içmem. | Open Subtitles | كلا، لا أستطيع الذهاب بسبب سوار الكاحل أو ربما يمكنني الذهاب وعدم الشرب |
Görmemiz gereken, şehvetin eksikliği değil, onu kontrol ediş, ve kendini teslim ediştir. | Open Subtitles | ما قصدنا أن نقوله هو قلة العاطفة مقرانة مع التحكم بها وعدم العطاء |
Geminden atlayan kadın ve senin bu konuda bir şey yapmamanla başlayalım. | Open Subtitles | فلنبدأ بسبب قفز تلك المرأة عن السفينة وعدم فعلك شيئاً لإيقاف ذلك |
-Arada kaynayıp gidenlerdenmiş. Dil engeli, nerede ve kimlerle olduğunu bilememesi. | Open Subtitles | حاجز اللغة، وعدم وجود معلومات إلى أين كانت، الذين كانت مع |
Evet, o sırada bir iki vergi sorunundan kaçıyordu ve ödenmemiş çocuk nafakası beş farklı kadından, beş farklı çocuk. | Open Subtitles | أجل، في ذلك الوقت كان يُحاول تجنب بعـض المسـائل الضريبية وعدم دفع نفقة الأطفال لخمسة أطـفـال من خمس نساء مُختلفات |
Belki ileride yeniden öğretmenliğe döner ve artık başka çocukları incitmez, anlıyor musun? | Open Subtitles | وبعدها، ربما يستطيع العودة إلى التدريب مرة أخرى، وعدم إيذاء أطفال آخرين، أفهمت؟ |
Kendi dünyandan ayrılıp benim olmadığım, sevginin... ve barışın olduğu yere gitmeni istiyorum. | Open Subtitles | أريد أن أترككِ في عالمكِ الخاص حيث هناك الحب و السلام وعدم وحودي |
Büyük miktarlarda ise sinir sisteminin felç olmasına ve hareketsiz kalmasına yol açar. | Open Subtitles | وبجرعات كبيرة قد يؤدى الى الشلل وعدم الحركة للجهاز العصبى هذا يؤكد الأمر.. |
Ben kavga ettiklerini görünce, hayatta ilerleyen ve kimsenin onu ezip elindekini almasına izin vermeyen güzel bir enerji görüyorum. | Open Subtitles | لا, ولكن حينما أراهم يتشاجرون أرى طاقة جميلة في الإقدام على الحياة وعدم السماح لأي أحد بالوقوف في طريق مايريدون |
Ne düşünürsek düşünelim, hiçbir şey yapmama hakkımız var mı? | Open Subtitles | أيا كان رأينا هل لدينا الحق في السكوت، وعدم التدخل؟ |
Düşüşünün sebebi de bu olacak, Jaguar, yeni deneyimlere açık olmamak. | Open Subtitles | سيكون هذا سقوط الخاص بك، جاكوار، وعدم الانفتاح على التجارب الجديدة. |
Önemli olan... kendimi çok iyi hissettiğim halde... sana bunu söyleyemiyor olmam. | Open Subtitles | ان الامر يتعلق بشعورى حيال شىء جيد جدا وعدم تمكنى من اطلاعك عليه |