Ve bu sadece uzaktaki gelişmekte olan dünyada değil, her yerde. | TED | وليس ذلك فقط في عالم نامي بعيد، إنه في كل مكان. |
Ve sadece bir fotoğraf detektörünün entegre edilmesi değil, ayrıca içeride kamera kullanabiliriz. | TED | وليس فقط ادماج كاشف ضوئي هنا لكن ربما يمكن استخدام الكاميرا الموجودة بداخله |
İlk ortaya çıktıklarında çok basit şeylerdi, öyle ışıltılı harika şeyler değil. | TED | عندما جاءوا لأول مرة ، كانت بسيطة جداً وليس براقة بشكل خاص. |
Bu da hikaye anlatmanın katı, sabit kuralları değil, ana esasları olduğunu kanıtladı. | TED | وكان ذلك فقط لإثبات أن رواية القصص لديها توجيهات، وليس قواعد سريعة وصارمة. |
Ve Amazonlardan sadece efsanelerde değil, eski tarihi belgelerde de bahsedilmişti. | TED | وأن الأمازونيات ذُكرن في أحداث تاريخية أيضًا وليس فقط في الأساطير. |
Bu yüzden esas bunu tasarlamak istediğimi düşündüm bir alışveriş merkezi değil. | TED | ولذلك فكرت، بأن هذا هو ما أريد تصميمه حقا وليس مركزا للتسوق |
Hayat, varış yeri değil de yolculuktan ibaret değil mi? | TED | ألا تدور الحياة حول الرحلة، وليس حقاً حول الوجهة النهائية؟ |
Genellikle en çok iş-yaşam çatışmasını yaşadığını belirten babalardır, anneler değil. | TED | اليوم، هناك أباء، وليس أمهات يواجهون مشاكل الموازنة بين العمل والحياة |
Ve Malavi'ye, yalnızca Malavi'ye değil, diğer ülkelere de: Var olan yasalarla ilgili olarak, bir yasa uygulanana kadar yasa değildir. | TED | وهناك شيء آخر لمالاوي وليس فقط مالاوي بل الدول الأخرى أيضا فإن القوانين التي هناك لا تكون قوانين حتى يتم فرضها |
Onlar bizim için insan olarak değerli olduklarını bilmeliler, not ortalamaları yüzünden değil. | TED | هم بحاجة إلى معرفة أنهم مهمّون بالنسبة لنا باعتبارهم بَشرًا، وليس بسبب معدلاتهم. |
Bunun tecavüz değil, seks olduğu düşüncesine tutunarak gerçeği inkâr ettim. | TED | تنصّلت من الحقيقة بإقناع نفسي بأنه كان ممارسة للجنس وليس اغتصابًا. |
Diktatörlükte, güç şiddet tehdidi altında ortaya çıkar, yönetilenin rızasıyla değil. | TED | في الديكتاتورية، تبرز سلطة الدولة من التهديد بالقوة، وليس موافقة المحكوم. |
Ve yalnızca buzlanma süresi değil, buzun yaşı ve derinliği de değişiyor. | TED | وليس سطح الجليد هو الوحيد الذي يتغير، بل يتغير عمره وعرضه أيضًا. |
Bu rakamlar çok küçük, yüz binlerden bahsediyoruz, milyonlardan değil, ama sembolizmi kocaman. | TED | الأرقام صغيرة نسبيًا، بضعة مئات من الآلاف، وليس ملايين، لكن الرمزية كبيرة جدًا. |
Ve bu gibi insanları düşündüğümüzde, onları istisna olarak değil, müstesna olarak düşünmeliyiz. | TED | وعندما نفكر في الأشخاص هكذا، يجب أن نفكر فيهم باعتبارهم استثنائيين وليس كاستثناء. |
Vatandaşlık İşleri Merkezi'nde çalışan arkadaşlarıma göre, eğer ortada bir duyarsızlık varsa bu duyarsızlık seçmenden değil, sistemden kaynaklıdır. | TED | لكن كما يقول أصدقائي العبقريون في مركز التصميم المدني، إذا وجدت اللامبالاة، فإنها تأتي من النظام، وليس من الناخب. |
Evet, var. TED gibi bir konfreansa gelip de umutsuz olamazsınız, değil mi? | TED | لا يمكنك الحضور إلى مؤتمر مثل مؤتمر تيد وليس لديك أمل؟ أيمكنك ذلك؟ |
Bu gizli saklı da değil çünkü her yerde böyle büyük levhalar var. | TED | وليس شيء من هذا بمثابة سر، فيوجد مثل تلك اللافتات الكبيرة بكل مكان. |
Diğer herkesi farklılıklarına rağmen değil farkları için sevmelerini istiyorum. | TED | أريد منهم أن يحبوا الآخرين على اختلافاتهم، وليس رغم أنفهم. |
Yani başka bir deyişle, bu bilgi meselesi, kaynak değil. | TED | بمعنى آخر، الأمر متعلق بماذا نعرف وليس بنقص في الموارد. |