Ve zaman geçtikçe -- aslında oldukça hızlıca, birkaç saat içinde -- makineden çıkarıp kullanıma hazır somut bir ürün yapabiliriz. | TED | ومع مرور الزمن وبسرعة في الحقيقة, خلال بضع ساعات يمكننا صنع منتج مادي جاهز لاخراجه من الماكينة و الاستخدام |
Jim Simons: NSA -- yani Ulusal Güvenlik Ajansı -- aslında tam olarak çağırmadılar. | TED | جيم سيمونز: لم تقم في الحقيقة وكالة الأمن القومي وهي وكالة الأمن القومي الأمريكي بالاتصال بي فعليا. |
Daha büyük bir ölçeğe taşındı -- aslında bir sürü yardımla, çok daha büyük -- 14064 bisiklet reflektörü -- 20 gün süren bir kurulum. | TED | نقلت الى نطاق اوسع في الحقيقة لقد نقلت الى نطاق واسع جدا و ذلك بكتير من المساعدة اربعة عشر الفا و اربعة و ستين دراجة عاكسة عشرون يوما للتنصيب |
ve bu işleri zorlaştırır -- aslında pratik anlamda, imkânsız -- önemsediğiniz bir şeyin görüntüsünü yapmak. | TED | و هذا يجعله حقاً صعب في الحقيقة - في الأغراض العملية- مستحيل عمل صورة شئ أنت حقاً تهتم به |
Aklınıza böyle bir fikir girdikten sonra rahat durmanız mümkün değil hatta insanlar bildirinizi okumasa bile -- aslında okudu, o öldükten sonra onun kopyası bulundu. | TED | حسناً، بمجرد أن تصبح لديك فكرة كتلك فإنها تجري في عروقك وحتى لو لم يقرأ الناس مذكراتك -- في الحقيقة لقد فعل، وُجدت بعد موته، نسخته. |
Konuşurken havayı dışarı vermek için çok ince kaburga hareketleri kullanırsınız -- aslında biz bunu yapabilen tek hayvanız. | TED | خلال التحدث و بمعاونة حركة لطيفة جدا من القفص الصدري فأنتم تطردون الهواء خارجا... و في الحقيقة نحن الحيوانات الوحيدة التي تفعل ذلك. |
İnsanlık her zaman -- aslında beyin karar vermek ve denemek için dengeli ve güzel tasarlanmış bir şey: Geleyim mi, kalayım mı? Gideyim mi kalayım mı? | TED | البشر دائماً-- في الحقيقة ، الدماغ مبني بشكل جيد على مانسميه "التوازن" للمحاولة واتخاذ القرار: هل آتي؟،هل أبقى؟هل أذهب، هل أبقى؟ |
Michael Browning: Mühendis, yenilikçi -- aslında daha çok bir mucit -- ve ilham verici bir baba. | TED | (مايكل براونينج): مهندس، مبتكر -- مخترع، في الحقيقة -- وأب ملهم. |
Tabii, ergenlik çağında çocukları olan bir aile olduğunuzda, çocuklar, sizin ilgi ve alakanızı pek de istemiyorlar -- aslında, bunu itici buluyorlar -- Ben de evlatlık olarak bir çözüm buldum. | TED | لهذا، إذا كان أحدكم في هذه الغرفة أبا أو أما ولديك أحد أولئك الأبناء المراهقين الذين لا يأبهون لحبكم وحنانكم -- ويجدونه في الحقيقة مثيرا للاشمئزاز -- لدي حل: تبنوا طفلا. |
Şimdi bu nefis bir lokma gibi görülebilir ya da kanatları olan bir domuzun başı -- (Gülüşmeler) ama eğer saldırılırsa, bir ışık barajı üretir -- aslında, bir foton torpidoları barajı. | TED | ربما يبدو مثل لقمة لذيذة او كرأس خنزير عائمة بأجنحة (ضحك) ولكن ان هاجمه احد فانه يطلق حزمة من الضوء في الحقيقة انها " طوربيدات " ضوئية |
Tamam, Bir başkası. Oh, unuttum, karıştırmamalıyım ama sanırım -- (Gülüşmeler) -- aslında, tekniğim gözetlemek, her zaman. | TED | حسنا .شخص اخر.لا لقد نسيت, لم يكن يجب علي ان اخلط الاوراق لكنني اعتقد-- (ضحك) في الحقيقة, اسلوبي هو ان اختلس النظر, طوال الوقت. |
Soğuk savaş bittiğinden beri daha az iç savaş, daha az soykırım -- aslında İkinci Dünya Savaşı'ndaki yükselişten beri yüzde 90'lık bir iniş -- ve hatta 1960'larda cinayet ve şiddet suçlarındaki yükselişin tersine dönüşü var. | TED | منذ نهاية الحرب الباردة كان هناك عدد أقل من الحروب الأهلية , أقل إبادات جماعية -- في الحقيقة , هبوط 90% منذ نهاية الحرب العالية الثانية في أعلي مستوياتها -- و حتى في إرتداد الستينيات في حالات القتل و جرائم العنف . |