Tabiki nakit akışı, sermaye piyasalarına ulaşım ve bunlar gibi şeylerle ilgili teorilerimiz vardı. | TED | فعندنا نظريات حول عملية تدفق الأموال، والعجز في الدخول إلى أموال السوق، وأمور كهذه. |
O tür adamlar bir kadının, yaşı, fiziği gibi şeylerle ilgilenirler. | Open Subtitles | و وجهها وأمور كهذه |
Biraz tahrip edici görünüyordu, ve bunu altyapı gibi şeylerle ilişkilendirmeye çalıştım, ya da elektriğin ulaşılabilirliği gibi şeylerle. | TED | ما بدى لعيناً بعض الشئ، ولقد حاولت ربط ذلك مع أشياء مثل البنية التحتية، أو مثل وجود الكهرباء وأشياء من هذا القبيل. |
Düşünecek zamanımız vardır, ne bileyim sanat ve bunun gibi şeylerle ilgili konuşacak zamanımız vardır. | TED | لدينا الوقت للتفكير، لدينا الوقت لأمور مثل، التحدث عن الفن وأمور من هذا القبيل. |
Makine öğrenme, kredi taleplerinden kredi riski değerlendirme, posta kodlarından el yazısı karakterleri okuyarak posta sınıflandırma gibi şeylerle başladı. | TED | بدأ بأشياء مثل تقييم المخاطر الائتمانية من طلبات القروض فرز البريد عن طريق قراءة الرموز البريدي المكتوبة بخط اليد |
Çocuklarımın raviolileri organik ve ıspanak, ricotta peyniri gibi şeylerle dolu, çünkü konu çocuğumun yiyeceği şey olduğunda seçme lüksüm var. | TED | فطائر الجبنة الخاصة بأولادي عضوية ومليئة بأشياء مثل السبانخ وجبنة الريكوتا، لأنه لدي الكثير من الخيارات الجيدة عندما يتعلق الأمر بما يأكله أولادي. |
Pornoda sanal gerçeklikle ilgileniyorum, bunun gibi şeylerle şu anda. | Open Subtitles | rlm; أحب الإباحية الافتراضية rlm; وأمور كهذه حالياً و... |
Hem, her tabağa ayrı fiyat biçmek sipariş not etmek ve menü gibi şeylerle uğraşmamış olurum. | Open Subtitles | كما انني لن انخدع بكل تلك الاسعار الانتقائيه أو مسك الدفاتر أو القوائم، أو أي شيء من هذا القبيل. |
Adamlarının baskından önce dışarı çıktıklarından emin olmak gibi şeylerle. | Open Subtitles | بالحرص على التأكد من هروب رجالهم قبل مداهمة الشرطة أمورٌ من هذا القبيل |
Değil mi? Demek istediğim, belki de bizim ücretsiz okullarımız ya da sözleşmeli okullarımız olmalı böylece onları bu ağır ders programı gibi şeylerle aşıyı yüklemeden daha yenilikçi bir hale getirebiliriz. | TED | أليس كذلك؟ أعني، السبب في حاجتنا إلى مدارس مجانية أو مدارس مستقلة هو أن نجعلهم أكثر ابتكاراً من دون أن يتحملوا ثقل المنهج الذي تفرضه الدولة، أو شيء من هذا القبيل. |
Çünkü bu uygarlığın senaryosu aşkla, ilerlemeyle ve bunun gibi şeylerle ilgili, bu tamam ama başka uygarlıkların o kadar fazla başka senaryosu var ki. | TED | لأن سيناريو هذه الحضارة -- عن الحب، والتقدم، وأشياء من هذا القبيل -- لا بأس، ولكن هناك أمور أخرى مختلفة كثيرا، سيناريوهات أخرى لحضارات أخرى. |
Bitcoin, sanal para birimleri gibi şeylerle oldukça içli dışlı olan bir tanıdığım vardı. | Open Subtitles | والعملات المشفرة وأشياء من هذا القبيل |
Ve böyle denmesinin sebebi; bu canlı, gezegenimiz pillerdeki sülfirik asit gibi şeylerle kaplıyken var olmuştur ve Dünya'nın erimiş çekirdeğindeki demiri yer. | TED | والسبب في انها قديمة لأن هذا الشيء جاء عندما كان هذا الكوكب يغطي بأشياء مثل حامض الكبريتيك في البطاريات، وكانت تأكل الحديد عندما كانت الارض جزءاً من مجموعة أساسية ذائبه. |