Bu mikro kanallar bizi bakterilerin koca mavi okyanusta nasıl gezindiğini anlamamıza daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaştırdı. | TED | هذه القنوات الصغيرة تقربنا أكثر من أي وقت مضى لنفهم كيف تُبحر البكتيريا في المحيط الأزرق الكبير. |
Bugün, bilgi akışını kontrol eden eski medya muhafızlarından hiç olmadığı kadar özgürüz. | TED | نحن اليوم متحررون أكثر من أي وقت مضى من المتحكمين القدماء في الإعلام الذين تحكموا سابقًا في تدفق المعلومات. |
Çünkü şimdi, hiç olmadığı kadar, körlemesine takip etme zamanı değil, körlemesine kabul etme, körlemesine güvenme. | TED | حيث الآن، أكثر من أي وقت مضى، ليس الوقت للاتباع، للتقبل و الوثوق بدون تفكير. |
Günümüzde, dünyanın her yerinde bu hastalıklardan birinin yok edilmesine hiç olmadığı kadar yakınız. | TED | لقد أصبحنا اليوم أقرب من ذي قبل للقضاء على واحد من تلك الأمراض في كل مكان حول العالم. |
hiç olmadığı kadar aydınlık. | Open Subtitles | باهر" "أبهر ممّا كان يومًا" |
Bu demektir ki, insani değerlere ve etiğe hiç olmadığı kadar sıkı sarılmamız gerekiyor. | TED | والذي يعني أنه يجب علينا ننتظر بشكل محكم أكثر من أي وقت مضى للقيم الانسانية والأخلاق الانسانية. |
Fakat yeni teknoloji bu tür etik analizleri hiç olmadığı kadar önemli hale getiriyor. | TED | غير أن التكنولوجيا الحديثة جعلت التحليل الأخلاقي أكثر أهمية من أي وقت مضى. |
Ve aynı zamanda, mülteci sayısı hiç olmadığı kadar yükseldi. | TED | وفي نفس الوقت، أن الهجرة اليوم أكبر من أي وقت مضى. |
Bunun anlamı insanlık tarihinden öncesine göre ... ...günümüzde hiç olmadığı kadar bol yiyeceğe sahibiz. | TED | وهذا يعني أن لدينا الآن المزيد من المواد الغذائية المتوفرة أكثر من أي وقت مضى في تاريخ البشريّة. |
Doktorun gözü bugüne kadar hiç olmadığı kadar keskin bir şekilde senin üzerinde. | Open Subtitles | , الطبيبُ عينُه حمراءٌ منك الآن أكثر من أي وقت مضى |
Bilgisayar sesleri bazen çok gelişmiş olmayabiliyorlar, fakat bilgisayarımla hiç olmadığı kadar geniş çapta iletişim kurabiliyorum. | TED | ان اصوات الكمبيوتر .. لاتبدو احيانا متفائلة .. ولكن مع الحاسوب خاصتي يمكنني ان اتواصل بصورة واسعة جداً اكثر من ذي قبل |
Ama teknolojinin hükûmetin muhabirlerin haklarını ihlal etmesine izin verdiği gibi basın da teknolojiyi kullanarak kaynaklarını hiç olmadığı kadar iyi koruyabilir. | TED | ولكن مثلما سمحت التكنولوجيا للحكومة بالتحايل على حقوق المراسلين، يمكن للصحافة استخدام التكنولوجيا أيضاً لحماية مصادرها وحتى بطرق أفضل من ذي قبل. |
hiç olmadığı kadar aydınlık. | Open Subtitles | باهر" "أبهر ممّا كان يومًا" |
Evet, babasını öldürmesine izin vermedim. Dürtüsünü hiç olmadığı kadar bastırıyor. | Open Subtitles | أدري، لم أدعه يقتل والده، وهو يشعر الآن بالرغبة أكثر ممّا مضى |
- hiç olmadığı kadar. | Open Subtitles | - لم أكن أفضل من هذا؟ |
Bana mı öyle geliyor yoksa hiç olmadığı kadar sessiz mi? | Open Subtitles | أهذا رأيي فقط، أم أنّه صامت على غير العادة؟ |
Çok yorgunum. Zırhım hiç olmadığı kadar ağır geliyor. | Open Subtitles | تعبي شديد، ويبدو درعي ثقيلا كما لم يكن من قبل |
HIV'siz bir dünya artık hayal edilemez değil, tam aksine hiç olmadığı kadar yakın. | TED | لم يعد الحصول على عالمٍ خالٍ من هذا الفيروس مستحيلًا: بل إنّه أقرب من أيّ وقت مضى. |
Galaksideki ve daha ötesindeki uzak güneşleri daha önce hiç olmadığı kadar uzayın derinliklerini görmemizi sağlayan araçlar inşa ediyoruz. | Open Subtitles | التي تسمح لنا أن نحدِّق في الفضاء، أعمق من أي وقتٍ مضى ونرى الشموس البعيدة بعيداً هناك داخل المجرة، وما بعدها |
Ama sonra sen bizi yeniden evlendirdin, ve hiç olmadığı kadar sağlamdık. | Open Subtitles | ثمّ أعدتنا لزواجنا ، و صرنا متمسّكين أكثر من أيّ وقتٍ مضى |
Şu an hiç olmadığı kadar iyi. | Open Subtitles | إذاً فهو الآن أفضل من أي وقت مضى |