Ve aynı zamanda gelecekte daha uyarlanabilir altyapı oluşturmamızı sağlayan bir imalat tekniği olabilir. | TED | وقد تكون تلك التقنية في التصنيع هي التي تسمح لنا بانتاج بنية تحتيّة أكثر قدرة للتأقلم في المستقبل. |
O mesajı alabilecek şeyler cebinizde olduğunda o zaman konuştuğunuz gibi yazmanızı sağlayan koşullara sahipsinizdir. | TED | بمجرد أن يكون في جيبك شئ بإمكانه إستقبال هذه الرسالة عندها تكون قد وفرت الظروف التي تسمح لك بالكتابة مثلما تتكلم |
Bunlar, araştırmacının bu hayvanların tabiattaki hareketlerini izlemesini sağlayan radyo sinyalleri yayarlar. | TED | وترسل أشارة راديو التي تسمح للباحث تعقب تحركات هذه الحيوانات عبر الأماكن المختلفة. |
Bunu küçük prefabrik parçalarla inşa ediyoruz bunlar hava ve ışığın kontrolü bir şekilde içeri girmesine izin veren pencereler. | TED | ونحن بصدد بناءه مع هذه القطع الجاهزة الصغيرة وهي النوافذ التي تسمح بدخول الهواء والضوء بطريقة متحكم بها داخل المبنى |
Sanırım, kendi şarkılarımı yazmama izin veren yerel bir şirketi bekleyeceğim. | Open Subtitles | أعتقد بأني سأنتظر شركة الإنتاج المستقلة التي تسمح لي بتأليف أشيائي |
Ve daha zekice kararlar almanızı sağlayacak olan şey sinyallerin eski beyne tekrar bildirilmesidir. | TED | و هذه التغذية الراجعة إلى الدماغ القديم هي التي تسمح لكم باتخاذ قرارات أذكى بكثير. |
Stres direnci, stres sonrası kendimizi toparlamamızı sağlayan aktif, biyolojik bir süreçtir. | TED | فالمرونة النفسية هي العملية البيولوجية الفعّالة التي تسمح لنا بالعودة إلى الحالة الطبيعية بعد التوتر. |
Aşırı derecede tutkulu olduğum çalışmamı sürdürmeme olanak sağlayan ve her gün merakımı, öğrenme isteğimi besleyen inanılmaz bir yolculukta olduğumun farkındayım. | TED | أُدرك الآن، أنني في هذه الرحلة الرائعة التي تسمح لي أن أتابع عملي الشغوفة به للغاية، وشيئًا يُغذي فضولي بشكل يومي. |
Bu yüzden tasarımcılar fotoğraf çekmek veya odağı ya da açıklığı değiştirmek gibi diğer şeylerle ilgilenirken parametreleri değiştirmenizi sağlayan arayüzler yaratmakta çok usta hâle geldiler. | TED | وهكذا أصبح المصممون بارعين جداً في صنع الواجهات التي تسمح لك بالتلاعب بالعوامل المتغيرة بينما تهتمُ بأشياء أخرى، مثل أن تلتقط صورة وتغير البؤرة أو الفتحة. |
Karşılıklı ağlayabilmemizi sağlayan korkusuz güvenilirlikten, maskelerimizi çıkartmamızı ve gerçek olmamızı sağlayan kahramanca tevazudan bahsediyorum. | TED | أنا أتحدث عن الأصالة الجريئة التي تسمح لنا أن نبكي سويا، في تواضع بُطُولي يسمح لنا أن ننزع عنا الأقنعة ونكون أنفُسَنا. |
Bu kurumlar, ekonomi çarkının dönebilmesini sağlayan yağlardır ve insalık tarihi boyunca böyle olduğunu görüyoruz. | TED | المؤسسات هي فعليًا المادة الزيتية التي تسمح لعجلات اقتصادنا بأن تعمل، و يمكننا أن نرى ذلك يحدث على مدى تاريخ البشرية. |
Bu iki yaratığın mümkün olanı keşfetmelerini sağlayan ise işte bu durumdur. | TED | و إنها لتلك الحالة التي تسمح لهذين المخلوقين باكتشاف الممكن. |
Şimdi Tanrıya dua edelim yarattığı harikaları görmemizi sağlayan bu muhteşem Kristal Katedral için. | Open Subtitles | الآن ، لنشكر الرب على هذه الكنيسة الكرستالية، التي تسمح لنا بالتأمل في مخلوقاته الرائعة |
Robot, farenin sakat bacaklarını kullanmak için her şeyi denemesine izin veren güvenli bir ortam sağladı. | TED | الروبوت يؤمن البيئة الآمنة التي تسمح للفأر للمحاولة بأي شيء ليتم إشراك الساقين المشلولتين |
Hükümetler hem girişimcilerinin hem de müşterilerinin gelişmesine izin veren şartları oluşturarak refahı ve gelişmeyi yaratırlar. | TED | الحكومة لا تخلق الازدهار والتنمية، بخلق الظروف التي تسمح لكل من رواد العمال وعملائهم بالازدهار. |
Bu tür derin dalışlarda yaptıklarımızı yapmamıza izin veren yüksek teknolojili ekipmanlar bunlar. | TED | هذا هي المبتكرات ذات التقنية العالية التي تسمح لنا بأن نفعل ما نفعله على هذا النوع من الغوص العميق. |
Büyük Patlama'ya izin veren kuantum yasalarını Tanrı mı yarattı? | Open Subtitles | هل خلق الرب قوانين ميكانيكا الكمّ التي تسمح للإنفجار الكبير بالحدوث؟ |
Senin gelmen haricinde tüm makul ihtimallere izin veren üç sayfalık bir listem var. | Open Subtitles | حسناً , لدي قائمة من 3 صفح التي تسمح لكل تصور محتمل ان يحدث عدا ظهورك |
Bizim gibi omurgalıların, vücutlarımızı hareket etmemizi sağlayacak eklemlerle destekleyecek sert bir iskelet yapıları vardır. | TED | كما أن الفقاريات مثلنا لديها هيكل عظمي صلب لتدعم أجسامنا، مع وجود المفاصل التي تسمح لنا بالحركة. |
Ve bu onlara sadece sudan değil, aynı zamanda havadan da oksijen almalarını sağlar. | Open Subtitles | و التي تسمح لهم لاستخراج الأوكسجين، ليس فقط من الماء ولكن أيضا من الهواء. |
İkinci büyük düşüş, havuzların yanına olukların uygulanmasıyla olmuştu. Bu oluklar, yüzücüleri engelleyen türbülansın oluşmasına engel olmakla beraber suyun taşmasına izin veriyor. | TED | والمنحدر الثاني، بداية ظهور المزاريب على جانب حوض السباحة التي تسمح للمياه بالتدفق، بدلاً من أن تكون مصدر تشويش يعيق السباحين أثناء تسابقهم. |
Bütün bu kişisel verilerin bu mekanizmalarla hesaplananabilmesine en başta olanak tanıyan şey bilim oldu. | TED | وهو أن نكثف من الجهود العلمية التي تسمح لنا بتطوير كل هذه الآليات لحساب هذه البيانات الشخصية في المقام الأول. |