Ve bu cisim tam olarak gün boyunca alacağınız ışık miktarını bilecek. ve ihtiyacınız olan ışık miktarını size verebilecek. | TED | وهذا الكائن يكون قادراً علي أن يعرف كميه الضوء الذي يصلك خلال النهار. وقادراً علي أن يمدك بالضوء الذي تحتاجه. |
Yani ışık yüzünden kör olmak yerine onun bize gösterebileceği her şeyi görebiliriz. | Open Subtitles | إذا بدلا من أن نُعمى بالضوء نستطيع رؤية كل شيء يمكنه أن يُرينا |
Hidrojeni 10 milyon dereceye kadar ısıtırsanız yıldızların parlamasını sağlayan bir enerji çıkmaya başlar ve evrene ışık ve sıcaklık verir. | Open Subtitles | سخن الهيدروجين إلى حوالي عشرة ملايين درجة مئوية وسيبدأ بانتاج الطاقة التي تجعل النجوم تشع . و تمد الكون بالضوء والدفء |
Ve bu ışık yılları sürecek bir yolculuğu gerektirmiyor, ama burası ışıkla tanımlanan bir yer. | TED | انها لست رحلة تتطلب مئات السنوات الضوئية من السفر انه مكان كل شيء فيه محدد بالضوء |
Yıldızları ışıkla bastırdığınız zaman, onları göremezsiniz. | TED | لا يمكنكم رؤية النجوم إن أغرقتموها بالضوء. |
Retinamız çok küçük bir enerji aralığıyla, ışığa duyarlıdır ve o ışık aralığına, görünür ışık deriz. | TED | شبكية العين حساسة فقط للضوء ذي الطاقة المنخفضة لذلك فنحن نسمّي ذلك المجال الضوئي بالضوء المرئي. |
Aynı zamanda büyüleyici olan başka bir şey de bunun ışığı algılayabildiğinin düşünülmesidir. | Open Subtitles | ،لربما كان قادراً على استشعار الضوء ربما لديه خلايا بدائية تؤهله للاحساس بالضوء |
Işıkta kaldığımız sürece güvendeyiz. | Open Subtitles | نحن سنبقى بأمان طالما أننا بالضوء |
O zamanlar, ışık terapisi ile ilgili erken denemeler de vardı. | TED | في تلك الأوقات ، كانت هناك بعض المحاولات المبكرة أيضا عن العلاج بالضوء |
Çünkü bu durumda gölgeler görmüyorsunuz küçük hareketli pencereler görüyorsunuz. Bunlar retinanıza ışık geçmesini sağlıyor. | TED | حيث أنك لا ترى ظلالا بل نقاطًا متحركة تنفذ بالضوء إلى الشبكية |
Böylece bakterilerin yaşadığı o özel ışık organının üzerini açıp kapayabiliyor. | TED | بامكنه الفتح و الاغلاق على العضو المتخصص بالضوء الحامل للبكتيريا |
Mükemmel sonsuzluk ışık tarafından bozulduğunda büyük bir feryat duyuldu ve bütün kardeşler kaosa kaçtılar. | Open Subtitles | وعندما فسد هذا الفراغ الرائع بالضوء انطلق عويل عال |
Dokunmayla çalışan elektronik dövme veya ışıkla kızaran ya da dalgalanan giysiler gibi konseptlerde çalıştım. | TED | لقد عملت في مشاريع مثل الوشم الإلكتروني ، والذي يعمل باللمس ، أو الملابس التي تحمر خجلاً أو ترتعش بالضوء. |
Planımız, özetle, cadde üzerindeki güneş ışığını toplayan basit bir sistemle doğal güneş ışığını yeraltına çekmek, onu şehir kaldırımlarının aşağısına yönlendirmek ve yeraltına yönlendirilen ışıkla bitkilerin ve ağaçların büyümesini sağlamaktı. | TED | خطتنا،باختصار، أن نجذب ضوء الشمس الطبيعي إلى ماتحت الأرض باستعمال نظام بسيط يجمع ضوء الشمس في أعلى الشارع، وتوجيهه تحت أرصفة المدينة، مما سيسمح للنباتات والأشجار بالنمو بالضوء الذي سيوجّه تحت الأرض. |
70'li yıllarda Fizik alanında Nobel Ödülü aldı çünkü ışıkla inanılmaz şeyler yapmanızı sağlıyor. | TED | فازت هذه التقنية بجائزة نوبل للفيزياء في سبعينيات القرن الماضي. لأنها تمكنكم من القيام بأشياء رائعة فيما يتعلق بالضوء. |
Biliyorsunuz gökyüzünü geceleyin karanlık görürüz ancak o her zaman ışıkla doludur. | TED | لهذا نرى السماء في الليل مظلمة, لكنها ممتلئة بالضوء طوال الوقت. |
Isaac Newton'ın ışığa duyduğu kalıcı hayranlık çocukluğunda başladı. | Open Subtitles | إفتتان إسحاق نيوتن الدائم بالضوء بدأ عندما كان طفلاً |
Hala o güzel ışığa inanıyorsun, değil mi? | Open Subtitles | أنت ما زلت تؤمن بالضوء الجميل أليس كذلك؟ |
Fotoğrafçılık, ışığı geçici konumundayken yakalama bilimidir. | Open Subtitles | التصوير الفوتوغرافي هو علم الأمساك بالضوء بشكله الدائم |
Moleküllerin varlığı kütle çekiminin ışığı büktüğü fikri gibi şeyler. | Open Subtitles | أشياء مثل وجود الجزيئات فكرة أن الجاذبية تنحني بالضوء |
Işıkta kaldığımız sürece iyi olacağız. | Open Subtitles | سنكون بخير , سنبقى بالضوء سنعبر هذا |