Okuma ve yazma öğrendiğinizde bu başka bir sürü şeyi öğrenmenize imkan tanır. | TED | فعندما تتعلمون القراءة والكتابة فإن ذلك يفتح أمامكم فرص عديدة لتعلم أشياء كثيرة. |
İnsanlara sınırlama olmadan başarmaları için fırsat verdiğimiz zaman, bu onlara kişisel tatmin ve başarılı bir hayat sağlayacak. | TED | عندما نعطي الناس فرصة للنجاح بلا حدود، فإن ذلك من شأنه أن يؤدي إلى تحقيق الذات وإلى حياة مزدهرة. |
Ama ne kadar sarhoş olurlarsa olsunlar bu yaptıklarına bir bahane değil. | Open Subtitles | ،ولكن مهما وصلوا من مرحلة الثمالة فإن ذلك لا يكون عذرًا لتصرّفاتهم |
Eğer olayı görmezden gelirsem bu kez her şey biter sanmıştım. | Open Subtitles | لقد كنت أأمل لو أغلقت عيناي فإن ذلك سيزول هذه المرة. |
Eğer uykuya yanlız dalarsam, tekrar o rüyayı göreceğimi hissediyorum. | Open Subtitles | أشعر أنني إذا غفوت لوحدي فإن ذلك الحلم سيراودني ثانية |
Dişçiye gitmek zevkliyse, bu komik olmak üzere. - Hakem yok. | Open Subtitles | لو كان الذهاب لطبيب الأسنان ممتع فإن ذلك قد بدأ يسعدنى |
bu onun zeka ve enerjisinin her bir gramını alacak. | Open Subtitles | فإن ذلك سوف يستهلك كل ما لديها من طاقة وذكاء. |
Ama eğer kapılaı kapar ve bizleri burada sonsuza dek tutacak olursanız, geçekten sonsuza dek, bu olacaktır. | TED | فيما عدا لو قاموا بغلق الأبواب و أبقونا هنا حرفيا للأبد، فإن ذلك سيحدث. |
bu duygular kısmen harika bir şeyi başarmanın bir parçasıdırlar. | TED | وعلى نحو ما، فإن ذلك الاختبار يبدو جزءً ملائماً، من الوصول لشي عظيم |
Hafızamı dijital dünyaya açmaya başladım ama bilirsiniz, bu beraberinde bir sorun doğuruyor. | TED | لقد بدأت الاستعانة بمصادر خارج ذاكرتي وذلك إلى العالم الرقمي ولكن كما تعلمون فإن ذلك يجلب المشكلات |
Babam için bu aktivite form doldurmak oldu. | TED | مع والدي فإن ذلك كان أن أدعه يقوم بتعبئة الاستمارات. |
Fakat bu kadar basit bir oyunla bile, oynamaya başladığım bir kaç gün içinde, depresyon ve kaygı hissi gitti. Öylece yok oldu. | TED | ولكن مع أن اللعبة في غاية البساطة وخلال بدء اللعب لعدة أيام فقط فإن ذلك الإكتئاب والقلق قد ذهب. |
İşte benim için bu çok önemli. | TED | لذا فإن ذلك في أقصى درجات الأهمية في نظري. |
Hatta bu etki öylesine güçlü bir etki ki bir başkası üniversite diploması aldığında bunun o metropoliten bölgede yaşayan başkalarının kazançları üzerinde ki yayılma etkisi direk etkisinden çok daha büyüktür. | TED | وفي الواقع، فإن ذلك التأثير قوي للغاية الى درجة أن الشخص إن حصل على شهادة جامعية، فإن تداعياتها على أجور بقية العاملية في تلك المنطقة هي في الواقع أكبر من التأثيرات المباشرة. |
Ani stres bu bir sorun değil, ama uyku kaybıyla ilişkili sürekli stres bir sorundur. | TED | حتى إذا كنت مجهدا بشكل شديد، فإن ذلك ليس مشكلا كبيرا، ولكن الإجهاد المستمر المرتبط بفقدان النوم هو المشكلة. |
Ve bu genlerin aşırı üremesi, sadece genç kadınların hayatta kalması ihtimaliyle bağlantılı. | TED | وحينما يتضخم عمل هذه الجينات فإن ذلك يساعد على تحسين الشفاء بالنسبة للنساء الصغيرات فحسب. |
Frankl Nietzsche'den yaptığı bu alıntıyı içinde olduğumuz durumu değişmek mümkün olmadığında kendimizi değişmeğe mecbur olduğumuzu göstermek için kullanıyor. | TED | استخدم فرانكل هذه المقولة لنيتشه ليشرح لنا أنّه عندما لا نستطيع تغيير ظروفنا، فإن ذلك يعتبر بمثابة تحدّي لنغيّر أنفسنا. |
bu kuyruklu yıldızı 252 metre kaçırmak demek. | TED | فإن ذلك يعني أن يحيد المسبار عن موقع هبوطه 252 مترًا. |
Eğer bizim bu problemleri fark edip çözmemizi engelliyorsa, o zaman bu gerçekten de çok kötüdür. | TED | وإن منعتنا من ملاحظة وحل تلك المشاكل، فإن ذلك أسوأ. |
Yaşamın yeni hikâyelere kapı açmasını sağlıyor ve bu hikâyelerin yer ve zamanını da belirleyebiliyoruz. | TED | لذا فإن ذلك لا يقتصر على جعل الحياة تحكي قصصاً جديدة، بل وتحديد زمان ومكان رواية هذه القصص. |