Nesnenin kendisi, keşif, etkileşim, göz önüne alma | TED | والشكل في حد ذاته يدعو للإستكشاف والتفاعل والاعتبار واللمس. |
Nanoteknoloji sektörünü bunu çalışmak için çok iyidir, çünkü kelimenin kendisi bile, nanoteknoloji devletin içerisinden gelmekte. | TED | قطاع تكنولوجيا النانو مذهل جدا لدراسة هذا الأمر، لأن عبارة تكنولوجيا النانو، في حد ذاتها ، كان مصدرها من الحكومة. |
Ama bu büyüklükteki binaları hızlıca gezinmek başlı başına bir mücadele. | TED | لكن التنقل بسرعة داخل بنايات بهذا الحجم يُشكّل تحديًّا في حد ذاته. |
R burada büyük harfle yazılmıştır. refahın başlı başına bir amaç olduğunu belirmektedir. | TED | هذه ال A هي A كبيرة وتعني أن الثراء هدف في حد ذاته |
Seksin başlı başına doğal olduğunu ama seks endüstrisinin onu mekanikleştirip endüstriyelleştirdiğini söyleyen bir kadın. | TED | تقول إحدى النساء، أن الجنس في حد ذاته شيء طبيعي ولكن صناعة الجنس تفرغه من معناه أو تجعل منه أشبه بسلعة تباع. |
Beni yanlış anlamayın, sonradan tam gelişmiş yazının yaratılmış olması başlı başına etkileyici bir beceri. | TED | لا تسيئوا فهمي، كان إحداث كتابة متطورة كليا مؤخرا، إنجازا رائعا في حد ذاته. |
Başlangıçta çekindim, çünkü ben hep şiirin kendi başına durabileceğini düşünürüm. | TED | في البداية رفضت، لأني كنت أفكر دائماً الشعر يمكن أن يكون عملا مميزاً في حد ذاته. |
Biliyorsunuz Afrika'da kontör harbi harbi kendi başına para birimi oldu. | TED | في أفريقيا، مدة البث الإعلامية أصبحت عملة في حد ذاتها. |
kendisi muhteşem bir mimari eser ama kalın bir mesaj örtüsü altında yok olana kadar bir kabuk oluyor sadece. | TED | يعتبر أحد التحف الفنية المذهلة في حد ذاته، لكن يعتبر البنية ما هو إلا غطاء حتى تختفي الكثير من الرسائل بين طياته. |
Kiraz çiçeğinin kendisi elma veya portakal ağacından daha etkileyici değildir ama onu diğerlerinden ayıran kısa süreli olmasıdır. | TED | تفتح أزهار شجر الكرز في حد ذاته ليس أكثر إثارة من شجرة التفاح أو البرتقال، ولكن ما يميزها عن غيرها هو قصر مدتها. |
Gerçek şu ki internetteki bu yabancılar tarafından bana gösterilen özenin kendisi bir çelişkiydi; | TED | الحقيقة أن الاهتمام الذي أظهره لي هؤلاء الغرباء على الانترنت كان تناقضاً في حد ذاته. |
Ancak, karbon vergisinin kendisi de popüler olmadığını ve politik bir çıkmaz olduğunu kanıtladı. | TED | ومع ذلك فأن ضريبة الكربون في حد ذاتها أثبتت أنها لا تحظى بشعبية وبأنها الطريق السياسي مسدود أمامها. |
Bu kendi başına bir sorun değildir ancak bu daha az dozda ilaç satılabileceği anlamına gelir, bu da onları daha az karlı hale getirir. | TED | هذه ليست مشكلة في حد ذاتها، لكن هذا يعني أنه يمكن بيع جرعات أقل من هذه الأدوية ما يجلها أقل ربحيّةً. |
Londra'ya yakın, fakat kendi başına bir şehir. | Open Subtitles | قريبه من لندن , لكنها مدينة في حد ذاتها. |
Yalnızca bu bile başlı başına bir üstün zeka örneği değil midir? | Open Subtitles | وذلك في حد ذاته دليلاً على العبقرية، ألا توافقني؟ |
Demem o ki, hiç kanıt olmaması başlı başına bir kanıttır. | Open Subtitles | المقصد هو ، لايوجد أدلة هو دليل في حد ذاته |
Mesela, genetik faktörleri de hesaba katmalıyız ve bu başlı başına ayrı bir konuşma konusu. | TED | مثلاً، يجب أن ناخذ الجينات في عين الإعتبار، وذلك موضوع آخر في حد ذاته. |
Kaldırıma çıktığınızda ve şehri kamyonun arkasından gördüğünüzde, çöpün kendi başına doğanın bir gücü olduğunu anlıyorsunuz. | TED | فعندما تخطو حافة الرصيف وتشاهد المدينة من وراء الشاحنة، تفهم أنّ القمامة هي في حد ذاتها كقوة من قوى الطبيعة. |
Daha çok betonun icadı gibidir: Önemli, Pantheon'u inşa etmek için kesinlikle gerekli ve dayanıklı, ancak kendi başına tamamıyla yetersiz. | TED | إنها أشبه باختراع للخرسانة مهم، ضروري تماماً لبناء البانثيون، ودائمة، ولكن غير كافية تماما في حد ذاته. |