Buradaki sarı leke, bu aslında bir fosil nehri, tıpkı gösterdiğim karikatür gibi, bunlar 55 milyon yıl önce bırakılmış tortular. | TED | هذا الخط الأصفر هنا، هذا في الواقع نهر إحفوري، فهو كالرسم الكارتوني الذي عرضته، هذه رواسب قد تكونت قبل 55 مليون سنة. |
bu aslında Rudy Harak'ın tasarladığı çok hoş bir kitap kapağı, ama nefret ettim çünkü Helvetica ile tasarlanmıştı ve bu konuda parodiler hazırladım. | TED | هذا في الواقع غلاف كتاب رائع لرودي دي هارا لكنني كرهته لأنه كان مصمما باستخدام الخط هيلفيتيكا وصممت محاكاة للسخرية منه |
bu aslında bu hastayı tedavi etmekte kullandığımız akıllı bir bio-malzeme. | TED | هذه في الواقع مادة حيوية ذكية استخدمت بالفعل لعلاج هذا المريض. |
bu aslında bir satış işi değil. | Open Subtitles | في الحقيقة هذه ليست مهنة مبيعات. |
bu aslında mizahın dağılımının gerçek doğası mizahin bulaşıcılığı sizde olmadığında olanı. | TED | في الواقع هذه هي طبيعة نشر حس الطرافة حينما لا تملك عدوى الفكاهة. |
bu aslında Notre Dame'ın doğru bir şekilde kaydedilen bir posteri. | TED | هذا في الحقيقة ملصق لكاتدرائية نوتردام الذي تم تسجيله بشكل صحيح |
bu aslında otoriter bir ülkede ve onun siber aleminde neler olduğu hakkında bir başka ilginç teoriye uyuyor. | TED | وهذا في الواقع يتناسب مع نظرية أخرى مثيرة للإهتمام حول ما يحدث في الدولة الإستبدادية، وفي فضاء الإنترنت لديهم. |
bu aslında eğitim almayı seçen kişinin sağlayacağı doğrudan etkiden daha büyüktür. | TED | وذلك في الواقع أعظم من الفوائد المباشرة للشخص الذي اختار الحصول على التعليم. |
bu aslında normalde becerebildiğimden daha romantik. | TED | ذلك في الواقع أكثر رومانسية مما أكتبه في العادة. |
bu aslında teknik olarak oldukça basit bir şey çünkü hazır fiber altyapıdan ve hazır kablosuz altyapıdan yararlanabilir. | TED | إنه في الواقع بسيط نسبيًا القيام به من الناحية الفنية, لأنه بالامكان استخدام الألياف الموجودة حاليًّا في الأرض، و البنية التحتية اللاسلكية القائمة. |
bu aslında çok yavaş ve çekici olmayan bir süreç, minimal tasarım kararlarıyla dolu, şanslı günümdeysem bu beni iyi bir fikre yönlendiriyor. | TED | ما يتطلبه الأمر هو في الواقع عملية بطيئة جدًا وغير مثيرة من قرارات التصميم الضئيلة وحين أكون محظوظًا، قد تقود إلى فكرة جيدة. |
bu aslında dün aldığım oyun kağıtlarının etrafındaydı, ama onunla bir benzerliği var. | TED | هذا في الواقع واحد حول أوراق اللعب حصلت عليه أمس، وكان هناك نوع من الألفة. |
bu aslında kütüphane için icat ettiğimiz bir program. | TED | هذا في الواقع البرنامج التي اخترعناها مع المكتبة |
bu aslında dünya nüfusunun orta ve yüksek gelirli kısmı için oldukça uygun. | TED | هذا في الواقع في يمكن تحمل تكلفته لذوي الدخل المتوسط والعالي من سكان العالم. |
bu aslında kitaba koyduğum ilk resim. | TED | هذه في الواقع اول صوره التقطها في الكتاب. |
bu aslında bir incir parçasıdır. Aslında incir suyu ile kaplanmış herhangi bir nesneyi alabilirsiniz | TED | هذه في الواقع قطعةٌ من التين. في الواقع إذا أخذت أي جسمٍ وطليته بعصير التين |
bu aslında bir satış işi değil. | Open Subtitles | في الحقيقة هذه ليست مهنة مبيعات. |
bu aslında Çevre Koruma Departmanı'nın sitesinden. Bu bağlantıların her biri birer Excel sayfası ve her Excel sayfası farklı. | TED | في الواقع هذه البيانات كانت في موقع إدارة حماية البيئة. |
Ve düşünüyorum da bu aslında bir çeşit sınırsız güzellik yaratacak. | TED | وأعتقد أن هذا في الحقيقة سينشيء نوعًا من الجمال اللامحدود |
bu aslında hastalık veya ölüm potansiyeli olan 21 gün anlamına geliyordu. | TED | وهذا في الواقع كان يعني 21 يوماً للمرض المحتمل أو الموت. |
bu aslında onun tamemen bilgisayar tarafından dönüştürülen yüzü. | TED | وذلك في الواقع وجهها تم توليده بالكامل بواسطة الكمبيوتر. |
bu aslında genelde tabu varsayılan konuların üstündeki lekeyi kaldırarak başlıyor. | TED | ويبدأ ذلك في الواقع بإزالة وصمة العار عن المواضيع التي تعتبرُ محظورة. |
bu aslında benim çok gizli bir yeteneğimdir, bu yüzden... | Open Subtitles | إنه في الواقع موهبة سرية لي، لذلك... تريد... |
bu aslında bir İspanyol madeni. Ve bu maden, bir şekilde buradaki galerilere ilham kaynağı oldu. | TED | هذا هو في الواقع المحاجر الاسبانية، والتي اوحت هذا النوع من الأماكن التي يمكن أن تكون هذه المعارض. |
bu aslında mısır nişastası, kırmızı gıda boyası ve çikolata şurubu bir karışımı. | Open Subtitles | في الواقع إنه خليط من نشاء الذرة، ملون طعام أحمر، و صلصة شوكولاتة |
bu aslında biraz yumşatılmış birşey yaptıklarımıza kıyasla. | Open Subtitles | في الواقع ذلك كان أقل من بعض الأشياء التي فعلناها في السابق |
aslında düşüncem bu aslında çok da batıdan doğuya bir kayma değildir; daha farklı bir şey oluyor. | TED | أعتقد في الواقع هذا ليس حقيقة تحولا من الغرب إلى الشرق؛ شيء مختلف يحدث. |
bu aslında hiç deneyim istemeyen bir pozisyon. | Open Subtitles | لكن العمل يتطلب خبرة في المجال نوعا ما. |
bu aslında binayı eşime sunabilmem için yerleştirdiğimiz bir alan. Tam burası. | TED | هذا فى الواقع هو المكان الذى اضفناه للمبنى ويمكننى كذلك التقدم لطلب يد زوجتى , هناك |