Bunu küçük prefabrik parçalarla inşa ediyoruz bunlar hava ve ışığın kontrolü bir şekilde içeri girmesine izin veren pencereler. | TED | ونحن بصدد بناءه مع هذه القطع الجاهزة الصغيرة وهي النوافذ التي تسمح بدخول الهواء والضوء بطريقة متحكم بها داخل المبنى |
Sanırım, kendi şarkılarımı yazmama izin veren yerel bir şirketi bekleyeceğim. | Open Subtitles | أعتقد بأني سأنتظر شركة الإنتاج المستقلة التي تسمح لي بتأليف أشيائي |
Ve ister inanın, ister inanmayın, bu Çin'de sunucuların, onaylanmış bir metni okumadan kendi fikirlerini söylemesine izin veren ilk televizyon programıydı. | TED | و صدقوا ام لا كان ذلك العرض الاول على شاشة التلفزيون الصيني الذي يسمح للمضيف بأن يعبّر عن دواخله دون قراءة نصوص معتمدة |
Mormon toplumunda cinsiyet eşitsizliğinin konuşulmasına izin veren algısal değişimler gördük. | TED | لقد شهدنا تحولات إدراكية في المجتمع المورموني الشيئ الذي سمح بالحديث عن عدم المساواة بين الجنسين. |
Bu da aktivitelere katılmama izin veren bir durum. | Open Subtitles | يسمح لي هذا بالمشاركة في أنشطة الفروع الأخرى. |
Tekli yollar yerine çoklu yollara izin veren bir sokak ağı ve tek bir çeşit yerine pek çok çeşit sokak sağlıyor. | TED | هي شبكة طرق والتي تتيح العديد من الطرق بدلاً من الطرف المفردة وتوفر العديد من أنواع الشوارع بدلا من نوع واحد فقط. |
Bizim devam etmemize izin veren, derinlere doğru yeni ve keşfedilmemiş bir yol. | TED | طرق يمكن أن تسمح لنا بالاستمرار, والمضي على طريق جديد وغير معلوم. |
Dolayısıyla bu dünyayı değiştirmekle, insan ırkının yükselmesine izin veren ortamı değiştirmiş oluyoruz. | Open Subtitles | لذا في تغيير هذا العالم، نعدّل من البيئة ذاتها التي سمحت للجنس البشري بالازدهار. |
Biliyorsunuz temyizde sizin yeni kanıtlar sunmanıza izin veren bir dava yok. | Open Subtitles | أنك تعلم ليس هناك قضية يسمح .لك بعرض دليل جديد في الأستئناف |
Burada olmalarına izin veren benim. | Open Subtitles | أنا من سمح لهؤلاء الغرباء بالمجيىء إلى هنا. |
Robot, farenin sakat bacaklarını kullanmak için her şeyi denemesine izin veren güvenli bir ortam sağladı. | TED | الروبوت يؤمن البيئة الآمنة التي تسمح للفأر للمحاولة بأي شيء ليتم إشراك الساقين المشلولتين |
Hükümetler hem girişimcilerinin hem de müşterilerinin gelişmesine izin veren şartları oluşturarak refahı ve gelişmeyi yaratırlar. | TED | الحكومة لا تخلق الازدهار والتنمية، بخلق الظروف التي تسمح لكل من رواد العمال وعملائهم بالازدهار. |
Bu tür derin dalışlarda yaptıklarımızı yapmamıza izin veren yüksek teknolojili ekipmanlar bunlar. | TED | هذا هي المبتكرات ذات التقنية العالية التي تسمح لنا بأن نفعل ما نفعله على هذا النوع من الغوص العميق. |
Büyük Patlama'ya izin veren kuantum yasalarını Tanrı mı yarattı? | Open Subtitles | هل خلق الرب قوانين ميكانيكا الكمّ التي تسمح للإنفجار الكبير بالحدوث؟ |
Gözün farklı mesafelere odaklamasına izin veren bölümüne kristal mercek denir. | TED | الجزء من العين الذي يسمح لنا بإعادة التركيز لمسافات مختلفة يدعى العدسة البلورية. |
Kiranı vaktinde ödediğinden daha sık geç kalmana izin veren adam. | Open Subtitles | الشاب نفسه الذي يسمح لك أن تكون متأخراً في تسديد الإيجار... |
Bu tür ilaçların reklamının tüketicilere doğrudan yapılmasına izin veren dünyadaki tek ülkeyiz. | Open Subtitles | نحن البلد الوحيد في العالم الذي يسمح بالعقاقير من هذا النوع أن يتم الإعلان عنها مباشرة للمستهلك |
Ronnie, yanında takılmasına izin veren tek kişiydi. | Open Subtitles | روني هو الشخص الوحيد الذي سمح له بالتسكع في وندرلاند |
Sınıfta konuşmama hala izin veren tek öğretmen. | Open Subtitles | المعلّم الوحيد الذي لا يزال يسمح لي بالتحدّث داخل الفصل. |
Ama iyi haber şu ki, yıllardır süren araştırma ve geliştirme çalışmalarımız, daha iyisini yapmamıza izin veren teknoloji ve bilgiye ulaştırdı. | TED | ولكن الخبر الجيد هو عقود طويلة من التجربة والتطوير فد أنتجت تكنولوجيا وعلوم جديدة تتيح لنا أن نؤدي عملنا بشكل أفضل. |
Yerine, hayal bile edemeyeceğimiz, her ölçekte strüktürler yaratmamıza izin veren bir süreç avucumuzda artık. | TED | بدلاً من ذلك، لدينا عمليات متاحة الآن تسمح لنا بإنشاء هياكل على جميع المستويات لم نستطع حتى أن نحلم بها. |
Yardım almadan çektiği ilk nefesi, ilk defa kas direnci gösterdiği kutlamalık anı, onun daha ve daha fazla özgürlük kazanmasına izin veren yeni takılmış teknolojik cihazları fotoğrafladım. | TED | صورته وهو يأخذ نفسه الأول دون مساعدة، اللحظة الاحتفالية بعد أن أظهر مقاومة عضلية للمرة الأولى، تلك التكنولوجيا المناسبة التي سمحت له بأن يحصل على المزيد من الحرية. |
İblisin kapıdan girmesine izin veren kendisiydi. Krallığın karanlığa gömülmesi onun suçu. | Open Subtitles | إنّه من سمح للشيطانة بالدخول، وإنغمار المملكة في الظلام كان خطأه. |
Ona izin veren benim. | Open Subtitles | أنا الذي سمحت له بالدخول |
Bölge hala, Almanlarin kalmasina izin veren Vichy rejimi tarafindan kontrol edilmektedir. | Open Subtitles | وهى ارض لا يزال يحكمها نظام فيشى و التى سمحت للالمان بالبقاء فيها |