Trinculo: sefalet tuhaf yatak arkadaşları kazandırıyor insana. | TED | ترينكيلو: يعرف البؤس الرجل ذي الرفقاء الغرباء. |
O birinci elden, ülkesine yüklenen sefalet, korku ve başarısızlığı deneyimliyor. | TED | إنه يعاني مباشرةً من البؤس و الخوف و الفشل المفروض على دولته. |
Bugüne kadar gizlenmiş, sefalet içinde bir yaşam sürmüştü. | Open Subtitles | لقد كانت مُختفية و تعيش في البؤس حتى الآن |
Bütün bu sefalet en çokta bayan Schermerhorn'u tedirgin ediyor olsa gerek? | Open Subtitles | رؤية كل هذا الفقر لا بد أنه مقلق لكِ يا سيدة شرمهورن؟ |
O Tanrının ahlaktan vazgeçtiği, arkamdaki bakımsız ve sefalet yerde yaşıyor. | Open Subtitles | إنها تعيش فى القذارة فى هذا المكان الموحش الملئ بالرذيلة والبؤس |
İnsanların çoğu sefalet içinde doğar, ve o yüzden sefalet içinde yaşarlar. | Open Subtitles | يولد معظم الرجال فى الحضيض وهم فى المنزل هناك |
İç Savaş'ta her şeylerini kaybettikten sonra... dişçilik okuluna gidesin diye ailen sefalet içinde yaşadı. | Open Subtitles | عاشت عائلتك فى فقر بعدما خسرت كل شىء فى الحرب فقط لتدرس أنت طب الاسنان و انت بالتأكيد أبليت بلاء حسن |
Bu filmde gösterilen sefalet çaresiz değil. | Open Subtitles | البؤس الذي شاهدتموه في الفيلم يمكن إيقافه |
Anladın mı? onu ilk bulduğum gibi sefalet ve pisliğin içinde bırakıp gidemem. | Open Subtitles | لن أستطيع أن أتركها للمرض و البؤس الذين رأيتهم فيها من قبل |
Hepimiz evlerimize döneriz sefalet içinde zor şartlarda yiyecek bulmak ve aldıklarımızı geri vermek ve başka bir "Lukas" gelip tekrar topraklarımızı alana kadar çalışırız. | Open Subtitles | ذهبنا جميعا لبيوتنا إلى البؤس العمل الجاد واعطاء السلطة مرة أخرى للعثور على الغذاء |
Nasıl olsun, bu sefalet ve eziyetten bizi kurtarabilecek tek kişi sen iken. | Open Subtitles | فأنت تذكرة خروجنا الوحيدة من هذا البؤس والفقر |
İki aylık sefalet, yaşamı korumak için savaş. | Open Subtitles | شهران باكملهم من البؤس والصراع من اجل البقاء من اجل الحياة |
Papa, neden ona hiç zarar vermeyen İngiltere Kralı'na iyilik yapmak varken, onu sefalet içinde yaşamaya mahkum etmiş İmparator'a iyilik yapsın ki! | Open Subtitles | بهذه الحالة , لماذا يفضل البابا الإمبراطور الذي سبب له البؤس , على ملك انجلترا الذي لم يسبب له الأذى يوماً ؟ |
Başlıca hedef 2015 itibariyle dünyada sefalet içinde yaşayan insanların sayısını yarıya düşürmekti. | TED | والهدف الرئيسي كان تخفيض نسبة السكان الذين يعيشون الفقر بحلول 2015. |
sefalet, ırkçılık ve dışlanma alışık olduğumuz şeyler. | TED | لا يعتبر الفقر والعنصرية والإقصاء أشياء جديدةً. |
Dürüst davrandın da ne oldu? Tüm hayatını sefalet içinde yaşadın işte. | Open Subtitles | لذا ها انت ذا، مستقيم صالح لكن تعيش في القذارة طوال حياتك. |
sefalet içinde , arkamda gördüğünüz allahın unuttuğu bu günah ve safelet ininde yaşıyor. | Open Subtitles | إنها تعيش فى القذارة فى هذا المكان الموحش الملئ بالرذيلة والبؤس |
sefalet içindeydim, yerimden doğruldum tesadüfen bir kiliseye gitmiş ve yeniden doğmuştum. | Open Subtitles | كنت مستلقي في الحضيض و نهضت تعثرت في الكنيسة و لقد ولدت من جديد |
sefalet, uyuşturucu, aile içi şiddet belki cinsel taciz. | Open Subtitles | من فقر مدقع، عقاقير عنف من أسرتها و ربما تحرش جنسي حتى |
Gerçek sefalet için gözünü kan bürümüş bir kadına kölelik etmeyi dene. | Open Subtitles | للبؤس الحقيقي جرب العبودية لامرأة مفترسة |
O zaman sefalet içinde burada ne arıyorsun? | Open Subtitles | إذن , ماذا تفعل هنا فى هذا الشقاء ؟ |
Sadece işaret biz her ikisi gücüne sahip oluşturmak için sefalet. | Open Subtitles | إنّما أشير أنّ لكلانا القدرة على خلق التعاسة. |
Stresliyim ve sefalet içinde yaşıyorum diye bebeğimin ekstra bir kolu istemem. | Open Subtitles | لا أريد أن تنمو ذراع إضافية لطفلي فقط لأني أعيش في بؤس ولأني مجهدة جداً |
Yalnızlık, sefalet, çile ve mutsuzluk dolu. | Open Subtitles | إنها ملأى بالعزلة والبؤس والعذاب والتعاسة |
Ey kutsal ve mukaddes kadın insanlığın ebedi tesellisi cömertliği ve zarafetiyle tüm dünyayı besleyen ve sefalet çekenlere büyük karşı şefkat taşıyan sevgi dolu bir anne gibisin. | Open Subtitles | , إيتها السيدة المباركة والمقدسة , دائمة الراحة للبشرية , بفضلك و نعمتك تطعمين العالم أجمع |
Böylece bir yığın veriyi analiz ettikten sonra keşfettiğimiz şey şuydu; işsizlik ve sefalet 2011 Arap ayaklanmalarının tek sebebi değildi. | TED | إذن بعد تحليل أكوام من البيانات، ما اكتشفناه كان هذا: البطالة والفقر لوحدهما لم يؤديا للانتفاضات العربية في 2011. |
Henüz konuştukları dilde "sefalet" anlamına gelen bir sözcük yoktu. | Open Subtitles | ما كان لديهم كلمة بلغتهم "تعبّر عن كلمة "تعيس |