Buradan gitmek için bir bahane buluruz, herhangi bir bahane. | Open Subtitles | نحن نحاول إيجاد العذر أي عذر لكي نخرج من هنا |
Bu alanı algılamak çok zor, ama aslında bahane buluyoruz. | TED | لذا من الصعب جدًا توقع هذا الفضاء، ولكن حقيقةً لدينا كل العذر لذلك. |
Gösterebileceğim tek mazeret yalnız yaşamanın beni hoyratlaştırdığı. Değildiniz, aslında. | Open Subtitles | العذر الوحيد الذى يمكننى قوله أننى أصبحت فظاً من كثرة الوحدة |
Aynı bahaneyi on yıl sonra bir kadının kocasına kullandı ve işe yaradı. | Open Subtitles | بل هي من كانت تُقبِّلني لقد اعتاد قَوْل ذلك العذر مع أزواج النساء بعد عشر سنوات و نجح هذا معه |
O rozeti taşımak, normal bir insan gibi terbiyeli olmamanı mazur göstermez. | Open Subtitles | أتعلم , حملكَ لتلكَ الشارة لا يمنحكَ العذر بالتصرّف باللياقة الإنسانية الطبيعية |
Buraya geri gelebilme bahanesi olsun diye bilerek bıraktı bence. | Open Subtitles | أعتقد بأنها تركته عن عمد حتى يكون لها العذر للعودة |
Kabul edebileceği tek özür gerçekte benim Batman olduğumu söylemem olur herhalde. | Open Subtitles | العذر الوحيد الذي قد تتقّبله، هو إن أخبرتها بأني الرجل الوطواط |
Haliyle. Onunla yatmak istedin ve Jean'dan korkman da bahanen oldu. | Open Subtitles | طبيعيا ذهبت للنوم معه وخوفك من جان أعطاك العذر |
Bunu kişisel savaşınızı başlatmak için bahane olarak kullanıyorsunuz. | Open Subtitles | أنت فقط تستعمل هذا العذر لبدء حربِك الخاصة |
Şimdi onlar bizim Jüpiter'i düşürdükleri için bahane yapacaklar. Houston'dan Washington'a. | Open Subtitles | الآن سيكون عندهم العذر لإسقاط المشتري بتاعنا القادم |
Bu tam da otoritenin aradığı türden bir bahane. | Open Subtitles | هذا بالضبط العذر الذي تسعى وراءه السلطات. |
Sonra bir gece Fry bana çıkma teklif edince tek düşünebildiğim bahane hayaletlerle ilgiliydi. | Open Subtitles | ثم في احد الليالي طلب مني فراي الخروج معه و العذر الوحيد الذي استطعت التفكير فيه هو تورطي مع الأشباح |
O kapılardan çıkarsak, bu onlara bizi öldürmek için mükemmel bir bahane olacak. | Open Subtitles | نخرج من تلك البوّابات سيعطيهم العذر المثالي لقتلنا |
Gösterebileceğim tek mazeret yalnız yaşamanın beni hoyratlaştırdığı. | Open Subtitles | العذر الوحيد الذى يمكننى قوله أننى أصبحت فظاً من كثرة الوحدة |
Tek olası mazeret, bu gece pek kendimde olmadığım. | Open Subtitles | العذر المقبول الوحيد بالنسبة لي أني إنسان آخر هذه الليلة |
Tabii. Kaybetmek için bundan güzel mazeret olmaz. | Open Subtitles | بالطبع فعلت، كان لديك العذر الأمثل للخسارة. |
Bu bahaneyi çizgi roman fuarına mı saklıyordun? | Open Subtitles | هل وفرت ذلك العذر لمؤتمر حول المجلات الهزلية؟ |
4 yıl önce Maserati'mle trafik kazası geçirdiğinde de aynı bahaneyi uydurmuştun. | Open Subtitles | لقد استخدمتي نفس العذر قبل اربع سنوات عندما حطمتي سيارتي الموزراتي |
Eğer Sloane'u mazur görürseniz, memnun olurum. | Open Subtitles | إن لم تمانع فى أعطاء العذر لسلون سأقدر ذلك |
Kilo almaya başladığımda da, istediği herkesin yatağına girmek için bir bahanesi oldu. | Open Subtitles | وعندما اصبحت ثمينة كان لة العذر فى النوم فى سرير اخر |
Bana özür yerine bunlardan bi tane bulundurmalıydın, burasının neredeyse tamamen, boş olmasına şaşmamalı. | Open Subtitles | والذي يعتبر العذر الوحيد للفرد للتواجد في هذا المطعم |
Cevap vermeden önce hatırlatayım, bir önceki bahanen arabanın bozulmasıydı. | Open Subtitles | قبل ان تجيبب يجب ان اذكرك بعذر المرة الأخيرة. العذر الذي قدمتة المرة الفائتة, كان عُطل فى محرك السيارة. |
Çünkü artık belanın içinde kalman için hiçbir mazeretin kalmamıştı. | Open Subtitles | لأن ليس لديك العذر لتبقى في المشاكل بعد الان |
Ona göre, Danny harika bir bahaneyle hayatımı paramparça etmek için geri geliyormuş. | Open Subtitles | داني هو العذر المثالي لها لها لتشق طريقها إلى حياتي الخاصة تعرفي؟ |
Aklıma gelen tek bahaneydi. | Open Subtitles | وقد كان العذر الوحيد الذى فكرت به |
Boktan bahaneler üretmeye çalışma. | Open Subtitles | لا تعطيني بعض العذر عرجاء الحمار. |
Bu Mazereti İsa'yı öldürdüğümüz zaman zaten kullanmıştık. | Open Subtitles | نحن استعملنا هذا العذر عندما قتلنا السيد المسيح |
Sen onun kusuruna bakma. Üçlemeyle arası pek de iyi değil. | Open Subtitles | التمس له العذر فهو لا يحب للقصص الأسطوريه |