Dassey davasının diğer benzersiz tarafı da sert bir halk tepkisine sebep olmasıdır. | TED | وقضية داسي فريدة أيضًا لأنها تسببت في غضب جماهيري عارم. |
Dassey'in sorgusu aslında pek benzersiz bir şey de değil dürüst olmak gerekirse daha kötüsünü de görmüştüm. | TED | في الواقع، ليس استجواب داسي فريدًا، ولأكون صريحة معكم، لقد رأيت ما هو أسوأ. |
Mesela, Birleşik Krallık'ta şüphelilere yalan atmak yasak fakat burada ABD'de yasal, Brendan Dassey gibi zihinsel engelli çocuklara dahi. | TED | والكذب على المتهم ممنوع في المملكة المتحدة، على سبيل المثال، ولكنه قانوني هنا في الولايات المتحدة، حتى مع المراهقين المتأخرين ذهنيًا مثل بريندان داسي. |
Sene başında Dassey'in hükmünü bozmak için hazırladığı 91 sayfalık kararda hakim Dassey'nin ebeveyni veya yetişkin akrabası olmadığı gerekçesiyle sorgu odasında onunla olunması konusunda uzlaştı. | TED | في قراره المؤلف من 91 صفحة لإلغاء إدانة داسي هذا العام، ركز القاضي على حقيقة عدم تواجد أحد والدي داسي أو أحد البالغين من طرفه إلى جانبه في غرفة الاستجواب. |
Dassey davasının benzersiz olmasının sebebi "Making a Murderer" adlı Netflix dizisine konu olmasıdır. Eminim birçoğunuz izlemişsinizdir, izlemediyseniz kesinlikle izlemenizi öneririm. | TED | تعد قضية داسي فريدة لأنها عرضت في حلقات على نتفليكس، تدعى "صناعة قاتل" والتي أظن أن العديد منكم شاهدوها، وإن لم تفعلوا فعليكم مشاهدتها. |