Eğer yeterli enerji varsa bu çok türbülans yaratıyor ve rüzgarın hızını yavaşlatıyor. | Open Subtitles | إذا كان لديك الطاقــة الكافيــة فإنها تخلق الكثير من الصخب وذلك يبطئ الريح |
Viraja çok hızlı girdiğimi algıladığında otomatik olarak arabayı yavaşlatıyor. | Open Subtitles | انه يبطئ السيارة آليا عندما يشعر انني انعطف بسرعة كبيرة |
Ama yatıştırıcı olan eroin nefes almayı yavaşlatır ve vücudun oksijen ihtiyacını tam da daha fazlasına ihtiyacı olduğun anda azaltır. | TED | لكن الهيروين، مثبّط، يبطئ التنفس -- ويقلل من إمدادات الأوكسجين في الجسم عندما يحتاج أكثر. |
Ancak belli bir açıyla cama çarptığında ışık yavaşlar ve yön değiştirir. | Open Subtitles | ولكن حين يصطدم بزجاج بزاوية ما يبطئ الضوء ويغير إتجاهه |
Nötrinoları yavaşlatan şeyden bir örnek alabilirsek fiziğin temelini değiştirebiliriz. | Open Subtitles | عينة صغيرة مما يبطئ النيوترينات يمكنه تغيير علم الفيزياء كاملا |
Kurşunu çıkarmış olsak bile, böbrekleri metabolizmayı yavaşlattı. | Open Subtitles | رغم إزالة الرصاصة فإن تلف الكلية يبطئ عملية الأيض |
Teğmen, rica etsem şoförünüze yavaşlamasını söyler misiniz. | Open Subtitles | ليفتنانت , وددت لو انك امرت سائقك بان يبطئ |
Her şey detaylarda gizlidir. Bir yargıç, önce oldukça yavaş bir ayrım yapma sürecine girer neyin arızî, neyin gerekli olduğuna karar vermeya çalışır, | Open Subtitles | كل شي في التفاصيل الذي يجعل القاضي يبطئ في عملية التمييز و الفصل |
- Yavaşlamıyor. | Open Subtitles | إنه لا يبطئ. |
DNA ve hücre yenilenmesine iyi geliyor. Kanseri de yavaşlatıyor. | Open Subtitles | إنّه مفيد لترميم خليّة البصمة الوراثيّة، كما أنّه يبطئ السرطان. |
Ufak beze parçalarının içinde kalan hava yalıtkan görevi görüyor ve ısı aktarımını yavaşlatıyor. Böylece 250 derecelik fırın dondurmayı eritmiyor. | Open Subtitles | شرك هوائي صغير في جيب رغوي يعمل كالعازل يبطئ تحول الحرارة لذا فحتى في فرن درجتة 450 فالأيس كريم لن يذوب |
Şu Lynn McGill denen herif işleri gerçekten yavaşlatıyor. | Open Subtitles | إن هذا الشخص لين ميجيل يبطئ العمل بالفعل |
Bitirmediler. Lastikler işleri yavaşlatır. | Open Subtitles | إنهما لم ينتهوا بعد إن الواقى الذكرى يبطئ "نزول" الأشياء |
Ciğerleri yavaşlatır, kalbi neredeyse durma noktasına getirir. | Open Subtitles | يبطئ الرئتين، يوقف القلب تقريبا، |
Arsenik lösemiyi yavaşlatır ama tedavi edemez. | Open Subtitles | الأرسنيك" يبطئ اللوكيميا لكنّه لا يشفيها |
Camın içindeyken, gördüğümüz en kısa dalga ile taşınan mor ışık en uzun dalgaya sahip olan kırmızı ışıktan daha fazla yavaşlar. | Open Subtitles | في الزجاج، الضوء البنفسجي الذي له أقصر الموجات التي نراها يبطئ اكثر من الضوء الأحمر |
Eğer suyu boşaltırsak, yıkım yavaşlar mı? | Open Subtitles | إذا أخرجنا الماء، هل يبطئ الإنهيار؟ |
Hücre tahribatını yavaşlatan bir tedavi. Ama hiç hoş olmayan yan etkileri vardır. | Open Subtitles | علاج يبطئ دمار الخلية لكن هناك آثار جانبية غير سارة |
Deniyorum, ama Depo'nun içinden her ne yayıyorsa sinyali sistemi inanılmaz yavaşlattı. | Open Subtitles | أنا أحاول، لكن أيا كان من يقوم بالإرسال من داخل المستودع فهو يبطئ النظام |
Çünkü sürtünmeyle yavaşlamasını sağlayacak bir yüzey yok. | Open Subtitles | لأنها ببساطة ليس لديها سطحًا يسبب احتكاكًا قد يبطئ من سرعة الرياح |
Ama o kadar yavaş oluyor ki görsel olarak izlenemiyor. | Open Subtitles | لكنه في الحقيقة يبطئ حتى لا يمكن تعقبه |
Yavaşlamıyor. | Open Subtitles | إنه لا يبطئ |
"Soğuk Uyku" sisteminin metabolizmada sebep olduğu yavaşlama, hastalıkların faaliyete geçmesini geciktiriyor. | Open Subtitles | الانخفاض في معدل عمليات الأيض الذي يُسببه النوم البارد يبطئ من تطور المرض |
Tamam tamam. yavaşlıyor bir çit önüne vardı. | Open Subtitles | انه يبطئ من سرعته, انه يحاول الوصول احد حافتك، هل تراه |
yavaşlatmak için arabayı raylara çekebilirdim. | Open Subtitles | كان بوسعيّ وضع السياره على مساره لجعله يبطئ |
Acı çektire çektire. | Open Subtitles | يبطئ |
Plana bulduğumuz şeyleri eklediğimizde yukarıdakilerden hiçbiri çıkmıyordu evren yavaşlamıyordu. | Open Subtitles | هل سيبطئ يوما؟ ما أكتشفناه والذي وضع النقط على الحروف أنه ولا واحد مما قلته صحيحا لم يكن يبطئ مطلقا |