Geçmişime gelince, dünyanın en harika şehirlerinden birinde sevgi dolu ve yetenekli sanatçıların olduğu bir ailede büyüyecek kadar şanslıydım. | TED | كخلفية، لقد كنت محظوظاً كفاية لأكبر في عائلة من الفنانين الموهوبين و المحبوبين في واحدة من المدن الكبرى في العالم. |
Kariyerimin en başlarında çok şanslıydım. | TED | لقد كنت محظوظاً جداً في بداية عملي في هذ المجال |
Ama bana ve çalışma ahlâkıma inanan biriyle karşılaşacak kadar şanslıydım. | Open Subtitles | لقد كنت محظوظا كيفاية لالتقي شخصا آمن بي و بأخلاقيات عملي |
Böyle önemli olayların olduğu 60'lar, 70'ler, 80'ler gibi dönemlerde büyüdüğüm için şanslıydım. | Open Subtitles | كم انا محظوظ انني ترعرت في 60, 70, والـ 80 وخلال هذه الاحداث |
Hibrid sinyalini bloklayabilme konusunda şanslıydım ancak bu işaretçi tamamen farklı bir canavar. | Open Subtitles | حالفني الحظ من قبل في صد إشارة المخلوق المهجن لكن الإشارة اللاسلكية جهاز متوحش مختلف |
Ve ben şanslıydım çünkü babamın oğulları ve kızlarını her zaman teşvik ettiği bir aile içinde büyüdüm. | TED | لقد كنت محظوظة في انني ولدت ضمن عائلة مميزة تقدر وتشجع الفرص للذكور والاناث على نحو سواء |
Ben şanslıydım çünkü çok seçeneğim vardı. | TED | وقد كنت محظوظاً لأن لدي الكثير من الخيارات. |
Ben şanslıydım, çünkü annem çoğu kadının yapmadığı bir şeyi yaptı. | TED | لقد كنت محظوظاً لأن واحد، أيضا، أمي فعلت شيئا أن معظم النساء لا تفعل. |
Şansım vardı. şanslıydım, çünkü böyle bir yerde büyüdüğünüzde, bu hayatın bir gerçeğidir. | TED | كان لدي حظ, كنت محظوظاً.. لأن هذه حقيقة الحياة عندما تتربى في مكان كهذا |
Ve buda bir Tyrannosaurus rex bulmanın nasıl olduğu, birkaç yıl önce bir tane bulacak kadar şanslıydım. | TED | وهكذا يكون أيجاد تيراصور رِكس، لقد كنت محظوظاً كفاية بإيجادهِ منذ عدة سنين. |
Kuzenim öldürüldükten sonra, birkaç esas özgürlük yolcusuyla Özgürlük Yolcuğuna katılacak kadar şanslıydım. | TED | بعد مقتل قريبي، كنت محظوظاً بأن أستطيع المضي في طريق الحرية مع بعض دُعاة السلام الأصليين. |
1994'te prototip aşamasındaki kapalı devre rebreather'lara ulaşabilecek kadar şanslıydım. Tamam, kapalı devre rebreather (Ç.N. | TED | في عام 1994، كنت محظوظاً بما فيه الكفاية للوصول لنموذج إعادة التنفس الدائري المغلق. إعادة التنفس الدائري المغلق |
Öncü aracın önünde olduğum için şanslıydım, yoldan çıktım hemen. | Open Subtitles | كنت محظوظا بوجودي بقرب الشاحنة الرئيسية لذا إنطلقت على الطريق |
Kiracı bir çiftçi olan babanın çocuğu için devlet üniversitesine gitmenin çok zor olmadığı bir zamanda büyüyecek kadar şanslıydım. | TED | كنت محظوظا أن أترعرع في زمن لم يكن من الصعب فيه على ابن مزارع مستأجر أن يشق طريقه نحو جامعة الولاية. |
NASA'ya katılacak ve Venüs'e gidişle ilgili bir deneyi başarıyla önerecek kadar şanslıydım. | TED | لقد كنت محظوظا لانضمامي إلى وكالة ناسا الفضائية واقتراح تجربة ناجحة للتحليق نحو كوكب الزهرة. |
Ve ben gerçekten şanslıydım. Ama artık yetmiyor. | Open Subtitles | , لقد كنت فعلا ً محظوظ . ولكن هذا ليس كافى |
Şans işte. Tamamen şans işi. Ben şanslıydım. | Open Subtitles | كل ما في الأمر أني كنت محظوظ أنا أول واحد أعترف بذلك، لقد كنت صعلوك محظوظ |
Bu kadar kısa zamanda çilingir bulduğum için çok şanslıydım. | Open Subtitles | كنـت محظوظ لأني وجدت صانع الأقفـال فـي فتره وجيزه |
Çok geçmeden umut verici bir tavsiye aldığım için şanslıydım. | TED | سريعاً حالفني الحظ لأتلقى نصائح واعدة. |
şanslıydım. | Open Subtitles | حالفني الحظ. الإشارة كانت خضراء. |
Önceden somut bir plan şart koşan yerine, işlerin nasıl gittiğini görmekten mutlu olan destekleyici bir yöneticiye sahip olduğum için şanslıydım. | TED | كنت محظوظة بأن لدي مديرًا داعمًا والذي كان سعيداً لرؤية كيف تسير الأمور في العمل، بدلاً من طلب خطة ملموسة مُسبقاً. |
Hayalperest bir çocuk olarak doğduğum için oldukça şanslıydım. | TED | لذلك كنت محظوظه لكوني ولدت طفلةً حالمه جدا. |
İkisini çizebildiğim için şanslıydım. | TED | لقد كنت محظوظًا لأنني استطعت أن أرسم اثنان من هؤلاء الرجال. |
Çok şanslıydım, 25 yaşımdayken Stockton, California'daki Kamu Hizmeti Kuruluşu adlı bir topluluk düzenleyen, Fred Ross Sr. adında bir centilmenle tanıştım. | TED | وكنت محظوظةً جدًا في ذلك. عندما كنت في ال25 من عمري، التقيت برجلٍ نبيل يدعى السيد فريد روس، الذي نظّم فصلًا من مجموعة تدعى منظمة خدمة المجتمع في بلدتي ستوكتون، كاليفورنيا. |
Arkadaşımdı ve onu çok seviyordum. Ölmeden önce onun da beni sevdiğini söylemesini duyacak kadar şanslıydım. | Open Subtitles | قبيل موتها حالفني الحظّ كفاية لأسمع منها أنّها أحبّتني أيضًا. |
şanslıydım. Tüm binadakileri bir telefonla kurtarmak kolay olmadı. | Open Subtitles | بالعودة إليكِ ، لقفزكِ ورأسك للأسفل من ذلك المبنى لتلبي النداء |
Fazlasıyla şanslıydım. | Open Subtitles | في الواقع، كانت أكثر حظا من أن تكون مهارة. |