Merhaba, benim. nasıl gittiğini merak ettim. Eve gelince beni ara. | Open Subtitles | إنها أنا, انا اتسائل عن كيف جرى الأمر اتصلي بي عندما تعودي إلى المنزل |
Önceden somut bir plan şart koşan yerine, işlerin nasıl gittiğini görmekten mutlu olan destekleyici bir yöneticiye sahip olduğum için şanslıydım. | TED | كنت محظوظة بأن لدي مديرًا داعمًا والذي كان سعيداً لرؤية كيف تسير الأمور في العمل، بدلاً من طلب خطة ملموسة مُسبقاً. |
Bütün bu zaman boyunca nereye gittiğini araştırdım, nasıl gittiğini değil. | Open Subtitles | طوال هذا الوقت، كنت أبحث أين ذهبت، ليس كيف وصلت إلى هناك. |
Milo'nun evine doğru gidiyordum yanına uğrayıp kampın nasıl gittiğini göreyim dedim. | Open Subtitles | لقد كنت في طريقي عائداً من بيت موليز. وفكرت أن أتطمن عليك وأن أرى كيف يجري التخييم. |
Koca götlü orospu çocuğu dün beni arayıp nasıl gittiğini sordu. | Open Subtitles | البدين اللعين اتصل بي بالأمس ليسألني كيف يسير الأمر. |
Sana nasıl gittiğini anlatırım. Bana telefon numaranı ver. | Open Subtitles | انا سوف أذهب للتمرن وسوف اخبرك كيف جرت الأمور فقط أعطني رقم هاتفك الخلوي. |
nasıl gittiğini haber vermek için seni 10:00'da tekrar ararım. | Open Subtitles | سأتصل بك ثانية في العاشرة لأعلمك كيف سار الأمر. |
Aileleriyle geçridikleri uzun bir hafta sonunun ardından da geri dönüp işlerin nasıl gittiğini kontrol ediyorlar. | TED | المحتالون، بعد عطلة نهاية أسبوع طويلة مع الزوجة والأولاد، يعودون ليروا كيف سارت الأمور. |
Bütün sıralama ve antrenman etapları bitti şimdi kartları oynama ve nasıl gittiğini görme zamanı. | Open Subtitles | ،، كل التأهيل و التدريب قد تم فقد حان وقت اللعب بالبطاقات ،، و لنرى كيف ستسير الأمور |
Önemli olan şu ki, onun oraya nasıl gittiğini biliyorsunuz. | TED | وهذا ما في الأمر. الآن تعرف كيف وصل إلى هناك. |
Bir sonraki görüşmelerinde, adam nasıl gittiğini soruyor haham da diyor ki "Bak, beş saat boyunca karınla konuştum." | Open Subtitles | وحينما قابله فيما بعد سأله الرجل كيف جرى الأمر قال الحاخام اسمع لقد تحدثت مع زوجتك لخمس ساعات |
Şu buluşmanın nasıl gittiğini bilme ihtimalin var mı peki? | Open Subtitles | هل تعلم كيف جرى ذلك الموعد بمحض الصدفة؟ يعني مثل... |
Yayıncıya satışların nasıl gittiğini sordum. | Open Subtitles | سألت الناشر، كما تعلم، كيف جرى الأمر. |
Evet, bu büyük bir tasarım işi, ve bu tarz işlerin nasıl gittiğini göreceğiz. | TED | لذا فهذا نموذج ضخم التصميم ولكنه يمكننا من رؤية كيف تسير الامور. |
Bir ambulansın kelimenin tam anlamıyla .gidecek hiçbir yeri yokken, herhangi bir yere bu mütevazı bir saklanma yeri de olsa nasıl gittiğini anlamaya çalışıyorum. | Open Subtitles | أنا لا أحاول أن اصنع تورية بصرية هنا أنا أحاول أن أعرف كيف وصلت سيارة اسعاف لأي مكان |
Bu da bana Korkak Galore'la işlerin nasıl gittiğini hatırlattı. | Open Subtitles | هذا يذكرني كيف يجري الأمر مع بيزي جالوري ؟ أم أنا أؤمن في هذه المرحلة |
Sana nasıl gittiğini soracaktım, ama parçalar çabuk bir araya geldi. | Open Subtitles | كنت سأسألك كيف يسير البناء، لكنه يكتمل سريعاً. |
Öğle arasında uğrayıp nasıl gittiğini sorayım dedim. | Open Subtitles | فكرت ان اتي الى هنا بعد الغداء وارى كيف جرت الامور |
Lj ve onun babası-- Bu sabah nasıl gittiğini asla söylemediniz. | Open Subtitles | (إل جيه) و والده لم تخبريني كيف سار الأمر هذا الصباح |
nasıl gittiğini öğrenmeden gözüme uyku girmeyecek. | Open Subtitles | لم استطع النوم حتى أعرف كيف سارت الأمور ، ما الأخبار؟ |
Teşekkürler ve nasıl gittiğini sana haber veririm. | Open Subtitles | شكراً لك، وسوف أخبرك كيف ستسير الأمور. |
Tamam, paranın Stans'tan hırsızlara nasıl gittiğini bulmalıyız. | Open Subtitles | لابد أن نكتشف كيف وصل المال من موريس ستانز إلى اللصوص |
nasıl gittiğini duymak için sabırsızlanıyorum. | Open Subtitles | لا أستطيع الانتظار حتى أسمع كيف تجري الأمور |
Meraktan ölüyorum. nasıl gittiğini bilmek istiyorum. | Open Subtitles | أنا أموت هنا أريد أن أعرف كيف مضى ذلك |
Ancak bu konuya yabancı olduğumdan Las Vegas'tan Paris'e sadece 3 saniyede nasıl gittiğini açıklayabilir misin? | Open Subtitles | لكن طالما هذا جديد عليّ... فهلّا شرحت لي كيف انتقلت من (لاس فيجاس) لـ (باريس) في ثوانٍ؟ |
Uğrayıp nasıl gittiğini anlatayım dedim. | Open Subtitles | إعتقدتُ بأنّني أَهْبطُ بمقدار وأعلمك كَمْ ذَهبَ. |