İlki, altta yatan başka bir hastalık veya rahatsızlığın semptomu değil; rahatsızlığın kendisi. | TED | الأول ليست له أعراض مرض أساسي أو إصابة أو حالة؛ هُو بذاته الحالة. |
Bu nedenle ağrının kendisi bir hastalık haline geliyor. | TED | وذلك ما يجعل الالم يصبح مرضا مستقلا بذاته |
O kendisi bizim ihtiyacımız olan herşeyi bizden aldı ama hepsini geri alabiliriz. | Open Subtitles | هو بذاته يعطينا كل ما نحتاج لنبقى الأسرار في عمق متجمد لكن يمكننا إعادة كل هذا |
Büyük adam, bizzat şüphelerinizi yatıştıracak. Bir hafta içinde aramıza katılacak. | Open Subtitles | الرجل العظيم بذاته سيقوم بإزالة شكوكك فهو سينضم لنا خلال الأسبوع |
Çünkü bu, arkadaşım Kral'ın ta kendisine aitti. | Open Subtitles | لأن هذه هي صديقتي وتعود ملكيتها إلى الملك بذاته |
- Okumak mı? Sarı Şapka'nın içindeki adamın bizzat kendisiyle yemek yedim. | Open Subtitles | انا اقمت صداقة من الرجل ذو الرأس الصفراء بذاته |
Lazarus Bir yüzünden. Senin planın. | Open Subtitles | ما حدث في اللوفر ذلك كان الشيطان بذاته خطتك |
Vatandaşlık Bilgisi derken, basitçe kendi kendini yöneten bir toplulukta, toplum odaklı, problem çözücü bir katılımcı olma sanatını kastediyorum. | TED | ما أعنيه بالتربية المدنية، ببساطة هي فن كون المرء مواليا اجتماعيا، مشاركا في إيجاد الحلول في مجتمع يحكم ذاته بذاته. |
Evet, ta kendisi, Yüksek Mahkemenin süper avukatı. | Open Subtitles | نعم، هو بذاته محامي المحكمة العليا الخارق |
kendisi de komik değil. | TED | وغير مفيد. لا يوجد شيء مضحك بذاته. |
El Libre'in kendisi olsaydınız şaşırmazdım. | Open Subtitles | لا عجب لو كنت انت الليبري بذاته |
Hayatın kendisi yırtıcıdır diyorsun. | Open Subtitles | أنت تقول أن العالم بذاته مفترس |
Bu tepki senden gelince neredeyse haberin kendisi kadar rahatsız edici oluyor. | Open Subtitles | صورتك أكثر إزعاجاً من الخبر بذاته |
Ve bu canavarı dürten, Kral Leonidas'ın bizzat kendisi oldu. | Open Subtitles | هو بذاته الملك ليونيداس الذي أثاره |
Monroe Cumhuriyetinin tek sorunu Monroe'nun kendisi. | Open Subtitles | الشيء الوحيد الخطأ في جمهورية "مونرو" فهو "مونرو" بذاته |
Tanrı bizzat bu ormanda dolaşıyor, hayvanlar cennetinin bulutlarında süzülüyor. | Open Subtitles | الإله بذاته مشى بين هذه الغابات متتبعاً أثر الحيوانات المجيدة |
Asıl amacımız, kendi kendisine düşünmesini sağlamak. | Open Subtitles | في الواقع الهدف أن نجعله يبدء في التفكير بذاته |
Bu güney yönü, bu taraf ve bu salonun arka tarafından 8.000 kilometre giderseniz dünya üzerinde gidebileceğiniz en uzak güney uca varırsınız, Kutbun kendisine. | TED | هذا هو اتجاه الجنوب، من هنا، وإذا انطلقت لمسافة 8000 كيلومتر خلف هذه الغرفة، سوف تصل إلى أقصى ما يمكنك أن تصل إليه في جنوب الأرض، القطب بذاته. |
kendisiyle inanılmaz gurur duyuyordu. | Open Subtitles | ولديه هذه المقدرة المدهشة على الإفتخار بذاته |
- Bunu görmek oldukça olağan üstü olmalı kendisiyle iletişimde olmak. | Open Subtitles | هذا غير طبيعي أن نرى أمرًا قادمًا مُتصل بذاته |
Ve ikimiz de biliyoruz ki Lazarus Bir'i yürürlüğe koydun. | Open Subtitles | و نحن الاثنان نعلم أنك تقوم بتشريع الشيطان بذاته |
Bazen aylarca, bazen de yıllarca kalır. Bu durumda, o artık kendi başına bir hastalıktır. | TED | يستمر لعدة اشهر وفي اكثر الاحوال لسنوات و عندما يحدث ذلك يصبح الالم مرض بذاته |
Şimdi bu bölge çok çeşitli ve her ülke kendine özgüdür. | TED | الآن هذه المنطقة متنوعة جدا، وكل بلد فريد بذاته. |