Arada uğramak istediğim bir yer olsa da yaşamak istediğim yer değil. | Open Subtitles | وبقدر ما أحب الزيارة إنّه ليس حقا مكاناً أرغب في العيش فيه |
Özellikle ağaçlarda yaşamak konusunda uzmanlaşmış bazı türlerin nesli tükendi. | Open Subtitles | بعض الأنواع التي كانت مُتخصصة في العيش على الأشجار إنقرضت |
Sadece bu rejimde yaşamak istemeyen halk vardı. MEYDAN SAVUNMA YAHUDİ BİRİMİ | Open Subtitles | كانوا فقط مجرد أناس لا يرغبون في العيش تحت وطأة النظام الحاكم |
Bu da demektir ki... benzetimdeki herkes yaşamaya devam edecek. | Open Subtitles | و هذا يعني كل شخص سيبقي في العيش في المحاكاة |
Buradan ne kadar çabuk kaçarsak, yaşamaya da o kadar çabuk başlarız. | Open Subtitles | وكلما أسرعنا في الرحيل من هنا كلما أسرعنا في البدء في العيش |
O, sorularımızın cevaplarına sahip olabilecek, yaşayan bir biyoloji laboratuvarı. Bu cevaplar için biz de onun yaşama hakkını korumalıyız. | TED | إنها مختبر بيولوجي حي قد يحتوي على أجوبة على أسئلة قد نطرحها، لكن علينا التأكد من حماية حقها في العيش. |
Bir çiftlikte yaşamayı o kadar isterdim ki, kedimi sağmaya çalışmıştım. | Open Subtitles | جعلني أرغب بشدّة في العيش بمزرعة حتّى أنّي حاولتُ حلب قطّتي. |
Başka biri için yaşamanın, güzel birşey olduğunu bana öğreten öğretmen. | Open Subtitles | الذي علّمَني بأنّ هناك الكثير من السعادة في العيش لشخص آخر |
Artık yaşamak istemiyorum. | Open Subtitles | لا، لا أريد الاستمرار في العيش بعد الآن. |
Şey, ben olsam birinin öldürüldüğü bir evde yaşamak istemezdim. | Open Subtitles | أنا لم أكن لأرغب في العيش في مكان قد قتل فيه أحدهم |
Mutsuz bir pislik. Artık yaşamak istemediğini söyledi. | Open Subtitles | مجرد رجل بائس قال أنه لا يرغب في العيش بعد الآن |
Bir ay geçirdiniz ve hâlâ beraber yaşamak istiyorsunuz. | Open Subtitles | لقد صمدتما شهراً ولاتزالان ترغبان في العيش معاً |
Eğer gerçekten bizimle yaşamak istiyorsan seni durdurmayacağım. | Open Subtitles | إذا كنت ترغب فعلا في العيش معنا، فلن أقوم بإيقافك |
Taşların yerlerini bulduklarını biliyorlardı, onların küçük cümlesi dışında yaşamaya başladığınız da ve kendinizle bir bağ kurduğunuzda. | TED | عرفوا أن قطعة أساسية تجد مكانها عندما تبدأ في العيش خارج عبارتهم الصغيرة، عندم تصل إلى التواصل مع نفسك. |
Ve ömürlük arkadaşlarıyla, akrabalarıyla ve çocuklarıyla aynı ya da yakın yerlerde yaşamaya devam ediyorlar. | TED | يستمرون في العيش في الكوخ الخاص بهم أو في مكان آخر ولكن بالقرب من أبنائهم، وأقربائهم وأصدقاء عمرهم. |
Bazıları sivil halktan olabilir, ama hepsinin yaşama hakkı var. | Open Subtitles | قد يكون بعض المدنيين، ولكن الجميع لديه الحق في العيش. |
Birçoğu, çiftçilik yaptığı arazide yaşama hakkı için çalışıyorlardı. | TED | كان يعمل العديد منهم من أجل الحق في العيش على الأرض التي كانوا يزرعونها. |
Umarım geleneksel toplumlar hakkında okumayı, benim onların içinde yaşamayı bulduğum kadar büyüleyici bulursunuz. | TED | آمل أن تجدوا القراءة عن المجتمعات التقليدية بقدرة المتعة التي وجدتها في العيش في تلك المجتمعات. |
Ama taşınan yoktu. Burada yaşamayı istemedi. Buraya hiç gelmedi. | Open Subtitles | لم يرغب في العيش هنا، لم يأت قط إلى هنا |
Tabii. Canını sıkan bir evde yaşamanın nesi hata ki? | Open Subtitles | أجل، ما الخطأ في العيش في بيت يستطيع أن يصعقك |
Bu şekilde yaşamanın neye benzediğini bilmeni istiyorum. | Open Subtitles | أريدك أن تعرف حياتك ومن يرغب في العيش على هذا النحو |