değişik mesafeleri bu yöntemle ölçmeye başladım. | Open Subtitles | بدأت أقيس بهذه الطريقة المساحات المختلفة |
Bu tüpler arka tarafta bir cihaza bağlı, bu cihaz, sürekli değişen karbondioksit konsantrasyonunu yüksek doğruluk oranıyla gerçek zamanda ölçmeye yarıyor. | TED | والأنابيب مثبتة بجهاز في الخلف الذي يسمح لنا بقياس حي ومباشر وبدقة عالية للتركيز التفاضلي المستمر لثاني أكسيد الكربون. |
Birkaç yıl sonra, ışık hızını ölçmeye çalıştı, ancak başaramadı. | Open Subtitles | بعد سنوات سنوات قليلة حاولَ أن يقيس سرعة الضوء لكنه لم يتمكن من ذلك |
Bizim için önem taşıyan şeyleri ölçeriz. Bu yüzden de kimse bir şeyi ölçmeye zahmet etmediğinde ihmali hissederiz. | TED | كلنا نقيس الأمور التي تهمنا، ولهذا نحس بالإهمال حين لا يولي أي أحد الأهمية لقياس أي شيء على الإطلاق. |
Gel-git için zaman yok, tatlım. Sayacı ölçmeye geldim. | Open Subtitles | لا وقت عندى للمضاجعة يا أمورتي جئت فقط لأكشف على العداد؟ |
Ancak öte yandan, eğer bir karides çiftliği sahasının tekrar restore edilip eski üretkenliğine kavuşmasının bedelini ölçmeye başlarsanız ne kadar eder? | TED | ولكن في المقابل اذا بدأت في قياس كم تكلف فعليا لاستعادة ارض مزرعة الجمبري مرة اخرى للاستخدام الانتاجي؟ |
Odadaki hava bozukluğunu ölçmeye çalışıyorum. | Open Subtitles | أنا أحاول أن أقيس توزيع الهواء في الغرفة |
Ne? Hurda arabandaki hasarı ölçmeye çalışıyorum. | Open Subtitles | أنني أقيس الضرر الذي لحق بقطعة الخردة تلك. |
Sonra çıktılara bakarsınız ve ne çıktığını ölçmeye başlarsınız. | TED | ثم تنظروا إلى النتائج وتبدأوا بقياس ما خرجتم به. |
'Tatlım'... O da şekerini ölçmeye gitmişti. | Open Subtitles | عزيزتي وكانت قد قامت بقياس ضغط دمها للتو |
Buna rağmen, toplanan yengeçler birbirlerinin boyunu ölçmeye başlar ve sonra da gerçekten çok olağanüstü bir şey yaparlar. | Open Subtitles | رغم ذلك، تبدأ السرطانات الجامعة بقياس بعضها ثم يقومون بأمر مذهل |
Patterson zirkon taneciklerindeki eser miktarda kurşunu ölçmeye çalışırken bir başka lisans öğrencisi, George Tilton da aynı taneciklerdeki uranyum miktarını ölçüyordu. | Open Subtitles | بينما كان باترسون يحاول أن يقيس الكميات القليلة من الرصاص في حبات الزركون طالب دراسات عليا أخر, جورج تلتون |
Ancak, bu iki ülke tamamiyle aynı GINI katsayısına sahiptir, bu milli gelirin dağılım eşitliğini ölçmeye yarayan bir katsayıdır. | TED | مع ذالك كلتا الدولتين لديهما لديهما عامل "جيني" متطابق و هو مقياس يقيس المساواه في الدخل |
Bu bir dozimetre. Radyasyona ne kadar maruz kaldığınızı ölçmeye yarar.. | Open Subtitles | إنّه يقيس التعرّض للأشعة المؤينة |
Bu aletlerin hepsi sadece tv reytinglerini ölçmeye yarıyor. | Open Subtitles | كل هذه الأجهزة هي لقياس معدلات مشاهدة التلفاز |
Zoe implantı'nın... insanların birbirine davranışı üzerinde... yarattığı etkiyi ölçmeye imkan yok. | Open Subtitles | ليست هناك طريقة لقياس التأثير العميق شريحة الزوي كانت عقبة فى طّريق علاقات الناس ببعضهم البعض |
Çok akıllıca bir planı vardı, ancak o dönemin teknolojisi ışık kadar hızlı hareket eden bir şeyin hızını ölçmeye yeterli değildi. | Open Subtitles | كان لديه خطة ذكية لكن تقنية ذلك الوقت لم تكن جيدة بشكل كافِ لقياس حركة أي شيء يتحرك بسرعة كسرعة الضوء |
Gel-git için zaman yok, tatlım. Sayacı ölçmeye geldim. | Open Subtitles | لا وقت عندي للمضاجعة يا حبيبتي" "جئت فقط لأكشف على العداد |
Biz aslında bu profili ölçmeye ve Toryum'u tespit etmeye çalışıyoruz. | TED | في الحقيقة نحن نحاول قياس هذا الملف وإكتشاف الثوريوم. |
Yapmamız gerekeni yapacağız. Orasını anladım. Karşı karşıya olduğumuz delilik düzeyini ölçmeye çalışıyorum, o kadar. | Open Subtitles | أفهم ذلك، أحاول قياس مستوى الجنون الذي نتعامل معه |