Çeşitliliğin, acil, önemli hedeflere ulaşmada yardımcı olacağına inanmak için bir sebepleri yoktu. Hedef rakamlara ulaşmak, yeni ürünü pazara çıkarmak, değerlendirmeye alınan gerçek hedefler. | TED | لم يكن لديهم ما يدعو للاعتقاد بأن التنوع سيساعدهم على تحقيق أهدافهم العاجلة، والأكثر إلحاحا: كتحطيم الأرقام القياسية، وتطوير منتجات جديدة، الأهداف الحقيقية التي سيقيّمون على أساسها. |
Turing'in buna inanmak için bir hayli kişisel nedeni vardı. | Open Subtitles | كان لديه اسباب شخصية للاعتقاد فى ذلك |
Buna inanmak için bir nedenin var mı? | Open Subtitles | أهناك ما يدعوك للاعتقاد أنها كذلك؟ |
Sınavların için bilgi kartları hazırlamıştım çünkü bu bir eşin yapacağı bir şeye benziyordu ve benim bir gün senin eşin olacağıma inanmak için bir sebebim vardı. | Open Subtitles | عندما أعددت لك كل تلك البطاقات التعليمية لامتحاناتك... لأنّه يبدو وكأنّه أمر يُمكن للزوجة أنْ تفعله، وكان لديّ سبب للاعتقاد أنّني قد أكون يوماً ما زوجتك. |
Yani eğer bizim için önemli olan şeyler -- bir çocuğun mutluluğu, partnerinize duyduğunuz aşk -- reel sayılarla ifade edilemez, yani sadece bir alternatifin diğerinden daha iyi, daha kötü veya diğerine eşit olduğu üç olasılığın olduğuna inanmak için bir neden yok. | TED | إذن فإذا كان ما يهمنا -- فرحة طفل، الحب الذي تملكه لشريكك -- لا يمكن تمثيله بأعداد حقيقية، بالتالي لا يوجد سبب للاعتقاد بأنه في الخيار، هناك فقط ثلاثة احتمالات -- بأن أحد البدائل أفضل أو أسوأ أو مساوٍ للآخر. |