| Kameralı telefonlar, tabiki de, bu proje için temel olacak. | TED | الهواتف المزودة بالكاميرات ستكون بطبيعة الحال، أساسية في هذا المشروع. |
| GreenLab'da, tatlı sudan tuzlu suya uzanan altı temel ekosistem var. | TED | لدينا ستة نظم بيئية أساسية في معملنا الأخضر و التي تتدرج من الماء العذب و حتى الماء المالح. |
| İnternet lüks olmamalı, o bir hak olmalı, çünkü 21. yüzyılın temel sosyal gerekliliğidir internet. | TED | إن الإنترنت ليست نوعًا من الترف، بل حقٌّ، لأنها ضرورة اجتماعية أساسية في القرن الحادى والعشرين. |
| Orada birçok inanç ve kültürden insanla bir aradaydım ve bu tecrübe kişiliğimin gelişmesinde temel oldu. | TED | هناك، التقيت بأشخاص من مختلف المعتقدات والثقافات، وتبين أن تلك التجربة كانت أساسية في تطور شخصيتي. |
| Şöyle düşünmeye başladım: Ya bu fon farkı erkekler ve kadınlar tarafından kurulan işletmeler arasındaki temel farklılıklardan kaynaklanmıyorsa? | TED | فبدأت بالتفكير: ماذا لو أن فجوة التمويل هذه لم تكن بسبب اختلافات أساسية في الشركات التي أُنشئت من قبل الرجال والنساء |
| Yani, örnek olarak, benim duyduğum şirketlerden örnekler mi vereceksiniz ya da işinin temel öğelerinden mi, | TED | إذن و كمثال , إذا أشرت إلى شركات قد سمعت بها من قبل, أو عناصر أساسية في عملك |
| Dijital hayatlarımızdaki temel bir gerçeğe bakalım. | TED | دعونا الآن ننظر إلى حقيقة أساسية في حياتنا الرقمية، الإعلانات على الإنترنت. |
| Kapalı devre rebreatherda üç ana sistem vardır. Bunların en temel olanı solunum devresidir. | TED | هناك ثلاثة أنظمة أساسية لنظام إعادة التنفس الدائري المغلق. والجزء الأكثر أساسية في الأنظمة هو حلقة التنفس |
| Hayatta beş temel duygu vardır, David. | Open Subtitles | هناك سبعة أحاسيس أساسية في الحياة يا دافيد |
| temel matematik ve edebi yetenekler birleşip yüce zenginliğe ve yüce mutluluğa bilet oldular. | Open Subtitles | مهارات أساسية في الرياضيات واللغة هي تذكرة نحو ثروة عظيمة وبالطبع سعادة كبيرة |
| Bundan da öte mesleğinin temel ilkesini ihlal ettin. | Open Subtitles | أكثر بكثير من ذلك انتهكتِ، وعلى معرفة سابقة، عقيدة أساسية في مهنتكِ |
| Ancak bu fikirle ilgili çok temel bir sorun vardı. | Open Subtitles | ولكن كانت هناك مشكلة أساسية في هذه الفكرة اللطيفة |
| Ve güvenlik fiziğin temel kurallarına dayandığı için kuantum bilgisayar veya aslında herhangi geleceğe ait süper bilgisayar bunu kıramayacaktır. | TED | ولأن الأمان مبني على قوانين أساسية في الفيزياء، الحاسوب الكمي، أو في الواقع أي حاسوب خارق في المستقبل لن يتمكن من كسره. |
| Muhtemelen çoğunuz temel Psikoloji dersi almıştır ve Maslow'un "ihtiyaçlar piramidi"ne denk gelmiştir. | TED | أغلبيتكم قد خضع لدروس أساسية في علم النفس، وتعرّضتم إلى إبراهام ماسلو "التسلسل الهرمي للاحتياجات"؟ |
| Her halükârda, endüstrilerin yapısının yataylaşmasına doğru gidiyoruz ve bu stratejiyle ilgili düşüncelerimizde temel değişikliklere işaret ediyor. | TED | وفي كلتا الحالتين، ما نتجه نحوه هو هيكلة الصناعات بإتجاه أفقي، وهذا يعني تغييرات أساسية في طريقة تفكيرنا حول الاستراتيجية. |
| Birçoğunuzun okul yemeği yemesinin üzerinden epey bir zaman geçtiğini biliyorum. Ayrıca beslenme konusunda epey ilerleme katettik fakat kinoa hâlâ birçok okul yemekhanesinde temel gıda değil. | TED | الآن، أعرف أنه مرّ وقت طويل منذ أن تناول معظمكم وجبة غذاء مدرسية، ولقد أحدثنا تقدمًا هائلًا بخصوص التغذية، ولكن ما زالت الكوينا سلعة غذائية غير أساسية في معظم مطاعم المدراس. |
| Bin baz çiftlik kodda dört temel su izi var. | TED | لذا فهناك أربعة دمغات أساسية في جميع أنحاء الآف من زوج-أساسي من الشفرات الجينية. |
| Bu işin temel kuralı bu. | Open Subtitles | هذه قاعدة أساسية في مجال الأعمال |
| Çünkü bana bu belli iş çizgisindeki temel açmazı soruyorsun. | Open Subtitles | لأنّ ما تطلبانه معضلة أساسية في مجال العمل هذا، والآن، هذا... |
| Leipzig Aniti Alman milliyetçiliginin temel tasiydi. | Open Subtitles | كان النصب التذكاري في (ليبزج) ركيزة أساسية في بناء الشعور الوطني الألماني |