| Temel olarak erdem ve ahlâkı alıp daha güçlü olmak için sürekli çalışın. | Open Subtitles | الفضيلة والأخلاق هى قاعدتنا جاهد دائماً لتصبح قوى |
| Test edilmemiş erdem gerçek erdem değildir. | Open Subtitles | الفضيلة الغير مُجربة لا تكون فضيلة أبداً |
| Pişmanlık duyar ve hemen sonra fazilet ve doğruya döner. | Open Subtitles | . فتابت و عادت في الحال إلى الصواب و الفضيلة |
| İnsanlık, hikmet, güven gelenek, fazilet, sadakat dört bir yanı kaplar. | Open Subtitles | الإنسانية، حكمة، ثقة الطقوس، أحقية، ولاء الفضيلة العميقة تنتشر |
| Geçen iki bin yıl, insanlığın doğayla mücadelesi ideal toplum ahlak. | Open Subtitles | كفاح لألفيتين مع طبيعة البشر المجتمع الفاضل الفضيلة |
| Laboratuvarımda şunu yaptık: insanları, para kullanarak erdemli ya da ahlaksız olmaya doğru kışkırttık. | TED | فما قمنا به في المخبر هو أننا كنا نغري الناس بواسطة الفضيلة والرذيلة بإستخدام المال |
| faziletin ötesinde. İyi ve kötünün ötesinde. Sadakatin dışında her şeyin. | Open Subtitles | ابعد من الفضيلة, ابعد من الخير والشر, ابعد من كل شيء الا الولاء. |
| Frank Underwood erdemi, deneyimi ve cesareti Oval Ofise getirecektir. | Open Subtitles | فرنك أندروود رجل الفضيلة والخبرة والشجاعة إلى المكتب البيضاوي |
| Hayatımda ilk defa, erdem kurallarına bağlı değilim. | Open Subtitles | لأول مرة في حياتي، لم أعد متقيدًا بقواعد الفضيلة. |
| O zaman sabırın tek erdem olmadığını da biliyorsundur. | Open Subtitles | إذاً تعلمين أن الصبر ليس هو الفضيلة الوحيدة |
| Adaletten söz ettik. erdem ve doğruluktan. | Open Subtitles | تكلمنا عن العدالة، لقد تحدثنا عن الفضيلة والحق |
| Ayrıl, baştan çıkarıcı, kurnazca yalanlarla erdem düşmanı olup masumlara zulmeden. | Open Subtitles | أرحل أيها المغرور مع كل أكاذيبك و خداعك عدو الفضيلة المضطهد من الأبرياء |
| Buradan bir mil kadar uzakta, o tepenin üzerinde "fazilet" kasabası var. | Open Subtitles | هناك مدينة اسمها "الفضيلة"ْ، إنها على التل وتبعد حوالي ميل من هنا |
| "fazilet"e giden yolu şuradan takip edeceksin. | Open Subtitles | فقط عليك اتباع الطريق إلى قرية الفضيلة من هنا وسترى |
| Ofisini, kendimi fazilet yolunda yürümeye adamış olarak terk ettim. | Open Subtitles | وتركت مكتب الإعتراف لأسير في طريق الفضيلة |
| ahlak ve ahlaksızlığın tartısında burada sen ne çekersin bilemem. | Open Subtitles | أنا لا اعرف الذي سيعلنه قاضي الفضيلة والرذيله |
| erdemli bir toplum, ancak zekanın ve hayal gücünün ortak çabasıyla mümkündür. | TED | إنجاز الفضيلة المدنية ويرتبط لإستخدامات الفكر والخيال في إجتماعهم الأكثر تحديا. |
| faziletin ödülleri, son derece çekici. | Open Subtitles | إن ثواب الفضيلة أفضل بكثير. |
| Machiavelli, Batı'da genellikle alay edilen bir kişilik, ancak liberal filozof Isaiah Berlin bize, Machiavelli'nin amacının kötülüğü değil erdemi teşvik etmek olduğunu hatırlattı. | TED | ميكافيلي شخصية يسخر منها الغرب عادةً لكن الفيلسوف الليبرالي أشعيا بارلين يذكرنا بان الهدف من الميكافيلية كان تعزيز الفضيلة لا الشر |
| Ve sonsuzlukları bunu erdeme dönüştürmeye çalışırken harcıyoruz. | TED | ونقضي الخلود الأبدي في محاولة لترجمة ذلك إلى الفضيلة. |
| Mutluluğu erdemde ve basit ev hayatında bulduk. | Open Subtitles | وجدنا السعادة في الفضيلة والحياة البسيطة. |
| Erdemden bahseden, nazik hikayeler yazacağım. | Open Subtitles | سَأَكْتبُ قصصاً لطيفة , قصائد تُمجّد الفضيلة |
| Bahsettiğimiz fedakarlık, en asil erdemdir. | Open Subtitles | التضحية بالذات، نحن نردد بسخف أنها الفضيلة المطلقة |
| Millet ahlaktan siyah veya beyazmış gibi bahseder. | Open Subtitles | القوم يتحدثون عن الفضيلة وكأنها أبيض وأسود. |
| ve bu faziletli seçim onun nasıl gerçek bir adam olduğunu ortaya çıkarır. | Open Subtitles | و الفضيلة عبر أختيارها كانت تعني أي نوع من الرجال هو |
| Ahlaklılıkla alakalı vesveselerim yok eğer olsaydı, polise giderdim. | Open Subtitles | لا تتملكني الأوهام تجاه الفضيلة لو فعلت لكنت ذهبت للشرطة |
| erdemin yarar sağladığı bir ülkede yaşıyor olsaydık... sağduyulu davranarak aziz olurduk. | Open Subtitles | ولكن استمعى لهذا إذا كنا نعيش فى دولة تُثاب فيها الفضيلة لرفَعَنا الحِسّ السليم إلى مصاف القدّيسين |