Bu yüzden tartışmalar sırasında, işler zorlaştığında, insanlar orman içinde yürüyüşe çıkarlar. | TED | وهذا هو السبب الرئيسي للسير في الغابات بعد تعثر المفاوضات |
İşte bu yüzden gidip onunla buluşmalıyım. | Open Subtitles | هذا هو السبب الرئيسي لي من أجل الذهاب لمقابلتها |
Bu yüzden en başta CIA onu ortadan kaldırmak istedi, değil mi? | Open Subtitles | وهذا هو السبب الرئيسي الذي جعل المخابرات الأمريكية تحاول قتله، صحيح؟ |
Her hâlükârda, bu tip şeyler, yani şiddete başvurma ve kutsal yazıların yanlış yorumlanması gibi, kadınlara ve kızlara kötü davranmanın sebebi, temel nedeni. | TED | لكن اللجوء للعنف، هو سوء فهم للنصوص الدينية. هذا هو السبب الرئيسي لاستغلال النساء والفتيات |
Ama onları asıl yıpratan, ayrılmalarının temel nedeni, fakirlik. | TED | لكن الفقر ، الذي حقا اصابهم ، هو السبب الرئيسي وراء مغادرتهم. |
Biliyor musun, işte bu yüzden aramızdaki ilişki asla yürümeyecek. | Open Subtitles | هذا هو السبب الرئيسي في عدم نجاحِ علاقتنا سويّاً |
Biliyor musun, işte bu yüzden aramızdaki ilişki asla yürümeyecek. | Open Subtitles | أتعلمين ماذا؟ هذا هو السبب الرئيسي في عدم نجاحِ علاقتنا سويّاً |
Evet ama düşündüm ki, bana bu yüzden kızmıştınız, solo işler yaptığım için. | Open Subtitles | حسناً، لكنني ظننت أن هذا هو السبب الرئيسي لغضبكم علي لذهابي و أدائي كل هذه الأشياء منفرداً |
Buraya bu yüzden gelmiştik zaten. | Open Subtitles | هذا هو السبب الرئيسي لمجيئنا هنا |
Merhum Peder Fairchild bu yüzden ölmek zorunda kaldı ya. | Open Subtitles | ولكن هذا هو السبب الرئيسي لموت القس فيرتشايلد . |
Bu yüzden kendim yapmak yerine öğretmen Emma'yı insanları ikna etmesi için kullandım. | Open Subtitles | كان ذلك هو السبب الرئيسي في استخدام (إيما) الصادقة الصالحة لأجل إقناع الناس بدلا من أفعل ذلك بنفسي |
Iste bu binayi seçmemizin temel nedeni bu.. | Open Subtitles | الآن ،هذا هو السبب الرئيسي الذي إخترنا هذه البناية من أجله |