Çoğu insanın anlamadığı olay şu ki, Avrupa'da yetişen ve kendi olma özgürlüğüne sahip olmayan bizim gibi birçok insan var. | TED | الشيء الذي لا يفهمه معظم الأشخاص هو أنه يوجد الكثير منا ممن يترعرع في أوروبا لا يتمتع بالحرية ليكون على طبيعته. |
Üst seviye atletlerin sahip olduğu kardiyovaskülere ve dayanıklı kaslara sahipler. | Open Subtitles | لديهم أوعيةُ وقوة تحمل عضلاتِ كتلك التي يتمتع بها نُخبة الرياضيين |
Gizli tuttuğumuz sürece başka bir cinayet daha işleyecek, öldürmekten zevk alıyor. | Open Subtitles | طالما أستطيع ... ولكن هل سيقتل مراً أخرى , إنه يتمتع بالقتل |
Hepimizin hayattan zevk alma hakkımız olduğuna inanıyorum. | Open Subtitles | وأعتقد أن كل فرد من له الحق في أن يتمتع بهذه السعادة في هذه الحياة , ألا تعتقدين ذلك؟ |
Sadece ben bu keşfin meyvelerinin keyfini çıkarmaya değerim. | Open Subtitles | انا الوحيد الذى يستحق ان يتمتع بالفاكهة عن هذا الاكتشاف: |
Çocuk bana oldukça irfan sahibi gibi göründü. Aslında, yaşına göre oldukça fazla. | Open Subtitles | الأمر يبدو لى أن الفتى يتمتع بالحكمة بما يجاوز عمره بكثير فى الواقع |
Belki yardımımı istiyor. Belki de o tam bir şeytan ve biraz ilgiden hoşlanıyor. Ne olursa olsun bir şeyleri yakmadan onu durdurmam lazım. | Open Subtitles | و ربما انه مجرد شرير بالكامل و يتمتع بجذب الانتباه |
Görünüşe göre ikna etme yeteneği güçlü olan tek baba ben değilim. | Open Subtitles | يبدو أنني لست الأب الوحيد الذي يتمتع بقدرات إقناع رائعة أليس كذلك؟ |
Açık havanın tadını çıkartıyor mezuniyet haftasına girmiş gençlere sarkıntılık ediyor. | Open Subtitles | يتمتع بالأجواء المفتوحة، يأتيبمجموعة.. مراهقين لإقامة حفلة عطلة نهاية إسبوع راقصة. |
Bunun bazı avantajları olsa da pek çok dezavantajı da vardır. | TED | الأمر الذي يتمتع ببعض الإيجابيات، لكن مقابل العديد من السلبيات |
Çünkü okyanuslar olağanüstü yenilenme gücüne sahip ve birkaç yıl içinde muazzam iyileşme gördük. | TED | ولأن المحيط يتمتع بقوة تجديدية استثنائية، فقد شهدنا تعافياً رائعاً خلال عدة سنوات فقط. |
Ama bir bireyin bu kadar güce sahip olma hakkını sorgulamak tarihin kendisini hakim karşısına çıkarmaktır. | TED | ولكن للتساؤل عما إذا كان ينبغى للفرد أن يتمتع بمثل هذه القوة في المقام الأول يجب وضع التاريخ نفسه للمحاكمة. |
İlk olarak, herkes yaşam için gerekli temel ihtiyaçlara sahip mi: yemek, su, barınak, güvenlik? | TED | أولا، هل يتمتع الجميع بأساسيات العيش: الطعام والماء والمأوى والأمان؟ |
Hoşuna gidiyor gibi gözüktü, bu iyi bir şey. Sanırım o da zevk aldı. | Open Subtitles | ويبدو انه يتمتع بهذا ، وهو أمر جيد حسنا ، اعتقد انه يستمتع بذلك. |
Aslında jüri görevinden zevk alan ilk kişi olabilirsin. | Open Subtitles | هل يمكن أن يكون في الواقع أول شخص الذي يتمتع اجب هيئة المحلفين. |
Deli gibi intikam peşinde koştuğunu izlemek ona zevk vereceği için serbest bıraktı belki de seni. | Open Subtitles | أتعلم ربما أنه حرّرك لأنه يتمتع بمشاهدتك تنطلق باحثاً عن الإنتقام |
Arkadaşın üzerimizde bıraktığı etkinin keyfini sürüyor. | Open Subtitles | . يبدو أن صديقك يتمتع بالقوة التي تفوقنا ، ذكي جداً |
Jimmy Chance kazandığı şöhretin keyfini sürüyordu, ama sonunda o da Yok Böyle Dans'tan çok erken elenen bir yarışmacı gibi gördüğü ilgiyi kaybetti ve ünüyle elde ettiği itibarı yerlerde sürünmeye başladı. | Open Subtitles | جيمي تشانس كان يتمتع بالشهرة ولكن في النهاية خفت شعبيته وسقط من عرش الشهرة |
Körler Khayam'ın bilge ve irfan sahibi olduğunu düşünür. | Open Subtitles | يعتبر المكفوفون أن الخيام يتمتع بالحكمة والذكاء |
Tansiyon tedavisi görüyor ve raketle yapılan sporlardan hoşlanıyor. | Open Subtitles | وهو على أدوية ضغط الدم وانه يتمتع مضرب الرياضية. |
İşi bitmeden önce herkes kendini biraz güçlü hissetmeli. | Open Subtitles | كل رجل عليه أن يتمتع ببعض القوه قبل أن ينسحب |
Yemeğini iştahla yiyen bu adama nasıl tadını çıkarabildiğini sorduğumda... | Open Subtitles | عندما سئل ل الرجل مع القلبية شهية لماذا كان يتمتع بها وجبة, |
İnsanların soğuğa karşı çok az doğal koruması vardır. | Open Subtitles | يتمتع البشر بحمايةٍ طبيعيةٍ محدودة ضد البرودة، |
Hırdavatçıların tek muhasebecisiymiş ama kesinlikle güvenilir bir görünüşü vardı. | Open Subtitles | لقد كان مجرد كاتب لتجار الحديد كان يتمتع بأسلوب معين |