Önemli olan düşman olmadığımızdır. bunu kanıtlamak için bize bir şans verin. | Open Subtitles | المقصود هو اننا لسنا اعدائك أعطنا فرصه لإثبات ذلك |
bunu kanıtlamak için elinizde sadece yanık bir metal parçasındaki parmak izim var. | Open Subtitles | الشيء الوحيد الذي لديك لإثبات ذلك هو بصمتي على قطعة معدن محترقة |
10. Kuvvet de işte bunu kanıtlayacak. | Open Subtitles | و ما كانت فرقة القوة 10 هنا إلا لإثبات ذلك |
O yaşlı kadın çok enerjikti ve bunu kanıtlayacak diş izleri hala duruyor, Bub. | Open Subtitles | تلك السيدة العجوز كانت مشاكسة جدًا ولدي علامات طقم الأسنان لإثبات ذلك |
Madem inandığın şeyle onları ikna edemiyorsun o zaman Bunu kanıtlamanın bir yolunu bulmalısın. | Open Subtitles | في هذه الحالة، إن لم تقنع الآخرين برؤيتك، فيجب أن تفعل شيئاً لإثبات ذلك. |
Onun bir dahi olduğu söyleniyordu ama maalesef bunu kanıtlama şansı bulamadı. | Open Subtitles | هي تقول بأنه كان عالِم عبقري لكن لم يحصل على فرصة لإثبات ذلك |
Zaten onun makinesi de tam çalışmıyor ki. Bunu kanıtlayan bir parmağımız bile var. | Open Subtitles | حسناً، جهازه أيضاً لم يكن يعمل بكامل طاقته، ولدينا إصبع لإثبات ذلك |
Ben sıradan bir çapkından başkası değilim. Gazete sayfaları bunu kanıtlıyor. | Open Subtitles | أني لست أكثر من فتى لعوب سخيف، ولديّ أغلفة الصحف الشعبية لإثبات ذلك |
bunu kanıtlamak için memnuniyetle DNA örneği vereceğim. | Open Subtitles | وأنا سأعطي بسرور عينة حمضي النووي لإثبات ذلك. ذلك الطفل ليس لي. |
Ama bunu kanıtlamak için rehine almak aklına gelmiş en salakça fikir. | Open Subtitles | ولكن أخذ رهائن لإثبات ذلك هي أغبى فكرة فعلتَها |
Senin davacılarını aradıysa bunu kanıtlamak için telefon kayıtlarını getirebilirim. | Open Subtitles | إذا كان قد هاتفَ المدعين بإمكاني الحصول على سجل الهاتف .لإثبات ذلك |
O zaman bunu kanıtlamak için bir şans buldun. | Open Subtitles | حسناً، يبدو بأنكِ ستنالي فرصة لإثبات ذلك. |
bunu kanıtlayacak hiçbir şey yok değil mi? | Open Subtitles | ولا توجد أيّة طريقة لإثبات ذلك طبعًا، صحيح؟ |
Hepsi çantanın içinde. Gerçekler. İçinde bunu kanıtlayacak turnusol testi var. | Open Subtitles | المواد الكيميائية الثلاثة داخل الحقيبة، إنّها حقيقية، يوجد إختبار مصداقية لإثبات ذلك. |
Ona inanmazdık, ama bunu kanıtlayacak bir yol olduğunu söylerdi. | Open Subtitles | لم نصدقها، لكنها قالت بأنه توجد طريقه لإثبات ذلك |
Bunu kanıtlamanın tek yolu bana tüm hikayeyi anlatmak. | Open Subtitles | الطريقة الوحيدة لإثبات ذلك هي بإخباري القصّة كلها |
Yani bir hastalığın var ama Bunu kanıtlamanın imkânı yok. Çok süper değil mi? | Open Subtitles | لذا في الأساس، لديكَ مرض، لكن لا سبيل لإثبات ذلك |
Aynı anneme yaptığı gibi. Ve Bunu kanıtlamanın bir yolu yok. | Open Subtitles | وقتل كلّ شخصٍ يعترض طريقه، تماماً كما فعل مع أمّي، وليس لدينا وسيلة لإثبات ذلك. |
Her jenerasyondan bir kaç seçilmiş bunu kanıtlama şansı yakalar. | Open Subtitles | فى كل جيل يتم إختيار البعض لإثبات ذلك |
He jenerasyonda çok azı bunu kanıtlama şansını yakalar. | Open Subtitles | فى كل جيل يتم إختيار البعض لإثبات ذلك |
Ben etkilenmedim. Bunu kanıtlayan evraklarım var. | Open Subtitles | أنا لستُ مصاباً لديّ أوراق لإثبات ذلك |
Neyse ki Bunu kanıtlayan fotoğraflarım var. | Open Subtitles | لحسن الحظ لدي الصور لإثبات ذلك |
Hadi ama o kadar da kötü değil. Hala çiftlikte yaşıyorum. Diş fırçam bunu kanıtlıyor. | Open Subtitles | بحقّكَ، الأمر ليس بهذا السوء، لازلتُ أعيش بمزرعة، ولديّ فرشة أسنان لإثبات ذلك. |
Evet, sizi. Şiddet yanlısı biri ve bunu ispatlayacak hükümleri mevcut. | Open Subtitles | نعم ، أنتِ لديه مزاج عنيف ، والعديد من الإدانات لإثبات ذلك |
Mayer'a bunu kanıtlamaya gitmişti. | Open Subtitles | وذهب إلى (مايار) للحصول على دليلٍ لإثبات ذلك |