İlginç olan; bir ateist yada kuşkucu her zaman kanıt arar, bir delil. | Open Subtitles | الشيء المثير للاهتمام حول المشككين والملحدين هو أنهم دومًا يبحثون عن إثبات يقين |
Tek çıkış yolu, bu cinayeti benim işlemediğimi kanıtlamak. İyi de, nasıl? | Open Subtitles | السبيل الوحيد للخروج من هذا هو إثبات أنني لم أرتكب تلك الجريمة |
Sanırım kanıtlayabilirim. O gruptaki polislerden biri hakkında bazı bilgilerim var. | Open Subtitles | أعتقد بأنه يمكنني إثبات ذلك لدي دليل من احد الشرطيين الحاضرين |
Sizin akıl hastası olduğunuzu ve mallarınızı satacak ehliyette olmadığınızı kanıtlamaya çalışıyorlar. | Open Subtitles | ويريدون إثبات بأنكِ مختلة عقلياً وأنكِ غير مؤهلة للتفاوض على بيع ممتلكاتك |
Bizi kontrol etmeye ve yönlendirmeye çalışan gizli efendilerimizin olmadığını ispat edemezsiniz. | Open Subtitles | لا يمكنك إثبات أنه لا يوجد اسياد سريين تحاول السيطرة والتلاعب بنا. |
- Gregg'in Bergstrom ve Dale'in ölüm emrini verdiğinin kanıtı. | Open Subtitles | إثبات بان جريج هو من دبر بقتل بيرجستورم و دايل. |
Bir avukat olarak, bildiğime göre birinin suçlu olduğunu kanıt olmadan kanıtlayamazsın. | Open Subtitles | كمحامى لمحامٍ آخر مره تفخصتُ الأمر , يمكنك إثبات قضية بدون أدلة. |
Gazetenin her tarafında yazıyor işte. Daha ne kadar kanıt istiyorsun? | Open Subtitles | ذلك منتشر في الصحف أيّ إثبات تريد أكثر من ذلك ؟ |
Bulgular elitlerin kanıt olmadan kendi görüşlerini dayatmalarını engeller. | TED | الأدلة تمنع النخبة من أن تفرض وجهة النظر الخاصة بها بدون إثبات |
ve sadece bir şeyler kanıtlamak isteyen aptallar bu tuzağa düşer. | Open Subtitles | و فقط الأغبياء الذين يحاولون إثبات شئ ،يقعون فى شرك أعمالهم |
Hayır, sadece bir şey kanıtlamak istediğin için yapmak istemem. | Open Subtitles | لا أريد القيام بذلك فقط لأنك تريد إثبات شيء ما |
İşte, bunu kanıtlayabilirim: işte size minik bir piyango. | TED | أنظروا، يمكنني إثبات ذلك لكم: ها هو يانصيب بسيط. |
Bunun bir hata olduğunu, yol açtığı mantıksızlıkları göstererek kanıtlayabilirim. | TED | هذا خطأ، ويمكنني إثبات ذلك لكم بعرض أنواع من اللاعقلانية التي تقود اليه. |
Sahtekâr olduğumu düşünüyor ve bunu kanıtlamaya çalışıyorsun. Ama asıl sahtekâr sensin. | Open Subtitles | تظنّين بأنّني محتال وتحاولين إثبات ذلك ولكن الحقيقة هي أنّك أنت المحتالة |
Bize görüşmeleri yürütecek biri lazım, kendini kanıtlamaya çalışan çaylak değil. | Open Subtitles | أننا نحتاجُ إلى مُفاوض وليس شخصُ مُبتدئ يَتطلعُ إلى إثبات نفسهِ |
diyor. Yeni bir teknoloji ile karşılaştığında, dur, zararsız olduğu ispat edilene kadar. | TED | حين تقابل تكنولوجيا جديدة، توقف، حتى يتم إثبات أنه ليس هناك ضرر. |
Peder Moore, bu kasedi doğaüstü şeylerin kanıtı olarak mı görüyorsunuz? | Open Subtitles | الأب مور، هل تؤمن بأن الشريط هو إثبات لشيء خارق للطبيعة؟ |
Ve birisi şey yazmıştı... "Kalbin kırıldıktan sonra aşkı tekrar bulup bulamayacağını kanıtlayabilir misin?" diye soran insanlar oldu. | TED | هناك شخص آخر كتب لي، والكثير من الناس يكتبون لي عن، هل يمكنك إثبات القدرة على الحب مرة أخرى بعد أن جرح قلبك؟ |
Muhtemel her olasılığı denemeden bunu şöyle kanıtlayabiliriz. | TED | إليك كيف يمكننا إثبات ذلك بدون فرز كل الحالات الممكنة. |
Zamanımızın çoğunu bir şeyler kırarak kendimize yanıldığımızı ispatlamaya çalışarak harcadık. | TED | نقضي معظم وقتنا في تعطيل الأشياء وفي محاولة إثبات أننا مخطؤون. |
Size karşı ayrımcılık yapıldığında, bunu her zaman kanıtlayamazsınız. | TED | عندما تتعرض للتمييز، لا يمكنك دائمًا إثبات أنك كنت تتعرض للتمييز. |
Sen olduğunu kanıtlayamam ama ne gördüğümü biliyorum. | Open Subtitles | لا يمكنني إثبات أنه كان أنت, لكني أعرف ما رأيت. |
Bu alışılmadık bir durum. Kendisini ispatlamak için aşırıya kaçtı. | Open Subtitles | هذا وضع غير معتاد، لقد بالغ في محاولة إثبات نفسه |
Delilik bulaşıcı değildir, öyleyse bile bunu kanıtlayamayız. | Open Subtitles | ربما هذا يساعد الرجل ، أليس كذلك ؟ الجنون ليس مُعدياً على الأقل لا يُمكننا إثبات ذلك |
Lütfen, size yalvarıyorum. Dün gece öldürüldüm, ispatlayabilirim. | Open Subtitles | أرجوكِ, أتوسل إليكِ لقد تعرضت للقتل ليلة البارحة, يمكنني إثبات ذلك |