İçinde bu metal böceklerin olduğu doğum öncesi hapları bulduk. | Open Subtitles | وجدنا دواءً لما قبل الولادة، يحوي حشراتٍ معدنيّةٍ مخيفةٍ بداخله. |
Karides kokteyli öğrendiğimde içinde alkol yoktu. Ben merakımı kayıp ettim | Open Subtitles | عندما اكتشف أن كوكتيل القريدس لا يحوي كحولاً فقدت اهتمامي به |
Kırmızı gelgitin ve kolera... ...cinsi içeren vibriyon... ...bakterilerinin kıyıda ilerlemesi... ...için iki şansı vardır. | TED | هناك نوعان من المد الأحمر التي تصل إلى الشاطئ و بكتيريا في جنس الضمات، الذي يحوي على ضمات الكوليرا داخله. |
ama boyutuna aldanmayın. Bu küçük şey beynin tamamındaki nöronların neredeyse yarısını içeriyor. | TED | ذلك الشيء الصغير يحوي نصف عصبونات كامل الدماغ. |
Tucumcari'deki meslektaşınızın dediğine göre bu banka bütün eyaletteki en çok paraya sahip. | Open Subtitles | زملاؤك في توكوماكاري أخبروني أن هذا المصرف يحوي أضخم وديعة في الولاية كلها |
Normalin üç katı dolu bir gelen kutusuyla güne başladığınızda bunu temizlemek 9 kat daha uzun sürebilir. | TED | إذ أن الاستيقاظ على صندوق وارد يحوي ثلاثة أضعاف ما يحويه في العادة قد يستغرق تسعة أضعاف الزمن اللازم لإنهائه. |
Ve ılık Körfez çıplak başımı yıkarken fark ettim, en iyi tarafımızı, aynı zamanda en kötü tarafımızı barındırıyor. | TED | وكما في الخليج الدافئ تغسل رأسي العاري أدركت أنه يحوي أفضل وأسوأ ما فينا. |
Demek istediğim, biranın içinde su var. | TED | اعني .. ان شراب الشعير يحوي على المياه .. |
Bu uygulamanın içinde sevimli küçük oyun dinamikleri de var. | TED | وبالتالي فإنه يحوي لعبة صغيرة جذابة فيه. |
Ve döteryumu birbirine çarpıştırıyor, ki bu sadece içinde ekstra bir nötronu olan hidrojen. | TED | وهي تصدم الديوتيريوم ببعضه, الذي هو هيدروجين يحوي نيتروناً إضافياً. |
Cevap orada, biliyorum. Evimde annemin eşyalarının olduğu bir kutu var, dönmemiz gerek. | Open Subtitles | الجواب هُناك، أعلم ذلك، لديّ صندوق يحوي أغراضها في شقتي، علينا أن نرجع. |
diye de sorabilir. Sonuçta deney faresi, tüm organlarının içinde olduğu komple bir organizma. | TED | لان الفأر كائن حي كامل، يحوي شبكات مرتبطة من الأجهزة المتفاعلة. |
Huş ağacının olduğu ilk torbayı çıkarttım ve | TED | ذهبتُ إلى الكيس الأول الذي يحوي البِتيولا، ونزعتُ الكيس عنها. |
Pasifik Okyanusu'nda 23,000'den fazla adanın yanı sıra su altında da tepeleri yüzeye çıkmamış olan fazla sayıda dağ - deniz tepeleri - vardır. | Open Subtitles | برغم كل شيء، فإن المحيط الهاديء يحوي أكثر من ثلاثة آلاف جزيرة، بجانب جزر جبلية أخرى مغمورة |
Evet, içinde inek dışkısı ve samanla, biraz da çamur vardır. | Open Subtitles | حسنا ً, إنه يحوي على فضلات بقر سوية مع القش والقليل من الطين للعزل |
Umarım bununda geçen seferki gibi fahişe çarşafları vardır. | Open Subtitles | آمل أن يحوي على نشرات لمومس كما النزُل السابق |
Bu tamamen, kopyalanmış ve bir gen içeren, sonra bunun ardından yeni bir rol geliştirmiş segment sayesindedir. | Open Subtitles | و هذا كله بسبب تضاعف جزء كان يحوي جين ثم أصبح له دور جديد لاحقاً |
Bu sabit sürücü, bizi savaş başlığına götürecek olan bilgiyi içeriyor olabilir. | Open Subtitles | هذا الهارد ربما يحوي معلومات قد تقودنا إلى الصاروخ |
Bir de bunun üstüne bir erkek olan Justin kızlardan daha fazla testosterona sahip. | TED | و مما زاد الطين بلة، أن جوستين صبي، مما يعني أن جسده يحوي على التستوستيرون أكثر من الفتيات. |
bir dünya yaratacağım. Bu iğrenç dünyayı nazik insanlarla dolu bir dünyaya haline getireceğim. | Open Subtitles | سأغير هذا العالم القذر إلى آخر يحوي الأناس الطيبين |
Ama birkaçı aslında sahiden DNA parçaları barındırıyor. Binlerce, hatta milyonlarca yıl hayatta kalmış parçalar. | TED | ولكن القليل منهم حقيقةً يحوي على أجزاء من الحمض النووي الذي نجى لآلاف، بل حتى لملايين السنين. |
Ve ne zaman elektronik kominikasyonu olan bir kuş sürüsü görsek, bunun Amerikalılarla bir ilgisi var diye düşündük." Ve ben "Tamam. | TED | وما ان نرى سرب طيور يتواصل فيما بينه او يحوي اشارات كهربائية حتى نجزم ان هذا الشيء متعلق بالامريكيين فقلت " أها.. |