| Biz sağlıkçıyız. Buralardan değiliz. Sizinle birlikte gelmemizin imkanı yok. | Open Subtitles | نحن مسعفون، سنغادر هذا المكان، من المستحيل أن نأتي معكم |
| Hayır, hayır. İmkanı yok. Onun gibi bir adam böyle bir yerde ölü yakalanmaz. | Open Subtitles | لا، لا، اللعنة، محال فرجل مثله لا يمكن أن يوجد ميتاً بمكان كهذا |
| Minyatür Domuz, birlikte olmamızın imkânı yok. | Open Subtitles | ايها الخنزير الصغير ، لا مجال أبداً أن أكون معك |
| Bay Millam ve bankasının bu yakın sebebi bilmesinin imkanı yok. | Open Subtitles | يستحيل أن يعرف السيد ميلمان وبنكه أن هناك خطرًا غير مباشر |
| Dürüst olalım, bu dolabı tek başına çevirmesinin imkanı yok. | Open Subtitles | لنكن صادقين لا يوجد طريقة بأنه يستطيع النجاح بإحتياله بنفسه |
| Polisleri arayamayız. Bunu açıklamanın imkanı yok. | Open Subtitles | لا يمكننا استدعاء الشرطة، فلا توجد طريقة لتفسير هذا الأمر |
| Hiç anestezi olmadan tüm geceyi burada aynı dişçi esprilerini dinleyerek geçirmemin imkanı yok. | Open Subtitles | ليس هناك طريقة ستجعلني أبقى اللية كاملة لأستمع إلى تلك النكت التي تخص أطباء الأسنان من غير التخدير |
| Maalesef göçük nedeniyle onları normal bir şekilde asmanın imkanı yok Profesör Marcus. | Open Subtitles | أخشي أنه من المستحيل أن تظل معتدله ، أستاذ ماركوس بسبب الهبوط |
| Danny, eşyalarımın bu ufak odaya sığmasının imkanı yok. | Open Subtitles | داني ، من المستحيل أن تبقى أشيائي في هذه الغرفة الصغيرة |
| Bir avuç çekik gözün maaşlı elemanı olmamın imkanı yok. | Open Subtitles | من المستحيل أن أتقاضى راتباً من مجموعة من اليابانيين |
| Eğer ki hiç bir şey yememiş, hiçbir şey içmemiş, kısacası hiç kımıldamamışsa, o gece bize söylediği gibi o otel odasında olmasının imkanı yok. | Open Subtitles | محال أن يكون أحتفل بغرفة الفندق هذه، بالطريقة التى أخبرنا بها |
| Bu tekneyi yarı ölü bir adam varken hareket ettirmenin imkanı yok. | Open Subtitles | إنه محال أن أتحرك بهذا القارب وبه هذا الرجل |
| Kendimizi kandırmayalım, Cecil. Savcılığın, suçlamaları düşürmesinin imkanı yok. | Open Subtitles | لا تخدع نفسك لا محال أن تسقط الولاية تلك التهم |
| İmkânı yok. Bu ikinci içkim ve hâlâ çarpmadı. | Open Subtitles | آه، لا مجال إن هذا شراب يالثابي ولم يحصل لي شيء |
| Arabanın kumsala gelmiş olmasının imkanı yok. | Open Subtitles | يستحيل أن تأتي تلك السيارة إلى ذلك المكان سائرة على عجلاتها |
| Ama 30 tondan fazla çeker. İmkanı yok kaldıramazlar. | Open Subtitles | ولكنها تزن أكثر من 30 طن لا يوجد طريقة لديهم لرفعها |
| Bu sırada, senin gibi hayırsever birinin şehirde kedileri kepçelemek, çorbaları kısırlaştırmak gibi gönüllü işler yapıyor olmasının imkanı yok. | Open Subtitles | في الوقت الراهن لا توجد طريقة لمحسنة مثلك الا تكون تتطوع في كل أنحاء المدينة |
| Tamam, iyi, bu gemideki hasarı tamir etmemizin imkanı yok. | Open Subtitles | رائع . لكن ليس هناك طريقة لعمل رقعة ومضخّة رئيسية في الظلام |
| Eğer özetlersek gemi patlamak üzere ve şimdi durdurmanın imkanı yok. | Open Subtitles | لنلخّص الوضع، السفينة على وشك الإنفجار، ولا توجد وسيلة لمنع ذلك |
| Oradan işe daha fazla karbonhidrat isteyecek halde dönmesinin imkanı yok. | Open Subtitles | ومن المستحيل أن يأتي بعدها إلى العمل راغباً بالمزيد من الكربوهيدرات |
| Bunu yılanın yapmasının imkanı yok. | Open Subtitles | ليس هناك طريق الذي الأفعى كان يُمكنُ أنْ تَعْملَها. |
| Oradan gemiyi geçirmenin imkânı yok, parçalayıp götürmezsen elbette. | Open Subtitles | ، لا سبيل إلى اجتيازه بالباخرة إلا إذا فككتها و حملتها |
| Bu akşam orayı hedef seçmesinin imkanı yok, değil mi? | Open Subtitles | أعني من المحال أن يسطوا في تلك المنطقة الليلة,أليس كذالك؟ |
| Burada olup da bilgisayarda kaydının olmamasının imkanı yok. | Open Subtitles | مستحيل أن يكون قد دخل الى القاعدة ولا يسجل ذلك في الكمبيوتر |
| Mümkün değil. İmkanı yok. Yapamam. | Open Subtitles | . مُستحيل مُستحيل ، لا أستطيع ذلك في يوم |