Dinle! Büyük sözler vermek zorunda değiliz. Sadece deneyebiliriz. | Open Subtitles | اسمع,ليس من الضروري أن يكون إلتزام كامل يمكننا المحاولة فقط |
Cumartesi günü bu kovboy partisini vermek zorunda değiliz. | Open Subtitles | يا يا، نحن ليس من الضروري أن عِنْدَنا هذا حزبِ راعيِ البقر يوم السبت. |
Şu anda sana bir şey söyleyeceğim ama cevap vermek zorunda kalmanı istemiyorum, ...bu yüzden hemen kapatacağım. | Open Subtitles | سأقول الآن شيئا... ولكن لا أريدك أن تشعري بأنك ملزمة بالرد بأي شيء، لذا فسأغلق الخط الآن |
Bir; itiraf edin ki, bu size ilgi çekici geliyor iki; bugün karar vermek zorunda değilsiniz. | Open Subtitles | أولاً اعترف أن الأمر يأسر اهتمامك ثانياً، ليس عليك اتخاذ قرارك اليوم، اخضع للفحص السخيف واملْا الاستمارات |
Kanunlara göre mallarını çocuğun ailesine vermek zorunda kalırdın. | Open Subtitles | في نظر القانون يجب عليك أن تعطي ممتلكاتك إلى والدي ذلك الطفل. |
Allison Vernon-Williams, bugün karar vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | "أليسون فرنون-ويليامز" لست مضطرة أن تقرري الآن. |
İstemediğin hiçbir şeye cevap vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | ليس من الضروري أن تجيبي على كل الأسئلة إن كنت لا تريدي ذلك. |
İyi ki geri vermek zorunda değiliz. | Open Subtitles | أَنا مسرورُ نحن ليس من الضروري أن نُرجعُه. |
Bugün kesin kararlar vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | و ليس من الضروري أن نتأخذ اليوم أي قرارات دائمة |
- Hemen karar vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | ليس من الضروري أن تقرّري فورا. |
Cevap vermek zorunda değilsin. Tamam. | Open Subtitles | ليس من الضروري أن تجيب على ذلك حسناً |
- Neden Gideon Wallace'ın dairesindeydiniz? - Buna cevap vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | لستِ ملزمة بالإجابة عن هذا السؤال- حسنٌ، لا بأس. |
Quinn, kayıtlar için adını söyle. Buna cevap vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | لستِ ملزمة بالإجابة عن هذا السؤال |
Önümüzdeki zamanda daha çok karar vermek zorunda kalabilirsin. | Open Subtitles | , خلال الشهور القادمة سيتوجب عليك اتخاذ قرارات أكثر |
Böylece mortgage'nin -- toplam değerinin -- yüzde 10'nu veya tasarruflarından 400 dolarını vermek zorunda. | TED | لذا فعليها أن تعطي 10 في المئة من التمويل العقاري-- للقيمة الكلية، أو حوالي 400 دولاراً من المدخرات. |
Şimdi karar vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | أنظري, لست مضطرة أن تقرري الأن. |
Sen hikayeni anlat. Sorularına cevap vermek zorunda değilim. | Open Subtitles | قم براوية قصتك ، لست مضطراً للإجابة على أسئلتك |
Hey, zorunda değilsin, bebeğini vermek zorunda değilsin Eğer istemiyorsan. | Open Subtitles | لست مضطرة للتخلي عن طفلك إن كنت لا ترغبين في ذلك |
Buna cevap vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | لست مضطرًا للإجابة ، أعرفها مسبقًا |
"Eğer isteklerim yerine getirilmezse, sabit diskimi polise vermek zorunda kalacağım." | Open Subtitles | إذا لم تنفذ مطالبي سأكون مجبراً على تسليم القرص الصلب مباشرةً إلى الشرطة |
O evde hayatına sona vermek zorunda değilsin. | Open Subtitles | لست مجبرة على أن ينتهي بك الأمر في مصحة للأمراض العقلية |
Her şeyini işe vermek zorunda kalacaksın. | Open Subtitles | فعليكِ إعطاءه كل ما بإستطاعتكِ. |
Engel olursan, hakim karşısında hesap vermek zorunda kalırsın. | Open Subtitles | اذا عارضت ذلك فسيكون عليك المثول أمام القاضى صباحا لتبرير ذلك |
Kaybettiğim insanları düşününce bu trajediler ışığında vermek zorunda kaldığım kararları hatırlıyorum. | Open Subtitles | لما أفكر بكل الناس الذين خسرتهم أذكر الخيارات التي ارغمت على اتخاذها في ضوء تلك المآسي. |
- Ben hesap vermek zorunda kalırım. | Open Subtitles | -أنا مَن سيردّ عليه -أيّها الرفيقان |
vermek zorunda olacağın kararları kıskanmıyorum. | Open Subtitles | لا أحسدك على القرارات التي سيكون عليكِ اتخاذها |