Bütün ömrümce ilgimi çeken bir şey, ister inanın ister inanmayın, yoksulluk. | TED | يبدو أن ذلك من اهتمامي الدائم صدقوا ذلك أو لا، في الفقر. |
Bir yoksulluk döngüsü yaratmanın en iyi yolu ebeveynleri öldürmektir. | TED | أفضل طريقة ليتحول الصراع من دائرة الفقر هو قتل الوالدين. |
Ayrıca, gezegenimizde yoksulluk içinde yaşayan 1 milyar çocuk var. | TED | أيضًا، هناك مليار طفل على هذا الكوكب يعيشون في الفقر. |
Ancak burada aramızda bile, en-- dünyanın en gelişmiş toplumunda bile yoksulluk vardır. | TED | ولكن حتى هنا بيننا ربما في أكثر المجتمعات تقدما في العالم لدينا الفقر |
Bu, aşırı yoksulluk içinde yaşamayan insanların oranı. | TED | وهذه نسبة الأشخاص الذين لا يعيشون في فقر مدقع. |
Bu durum, toplumların bütününü kısır bir yoksulluk, eşitsizlik ve umutsuzluk döngüsüne hapseder. | TED | هذا يترك مجتمعات بأكملها محاصرة في حلقة مفرغة من الفقر وعدم المساواة واليأس. |
Öyle düşünenler, yoksulluk ve pislik içinde kalacak ve lanetlenecekler! | Open Subtitles | أتمنى له لكي لا يكون في الفقر والقذارة سيلعنون انفسهم |
Bu ülkede 300 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. | Open Subtitles | 300 مليون شخص في البلادِ بشكل مباشر تحت حدِّ الفقر. |
yoksulluk içinde büyümenin nasıl bir şey olduğunu bilirim. İnsanlara saygılı davranmalıyız. | Open Subtitles | اعلم كيف هو ان تنشئ على الفقر علينا ان نعامل الناس بالإحترام |
Açıkçası daha fazla yoksulluk görmek için öyle bir yere gidemem. | Open Subtitles | أنا لا أذهب لذلك المكان لأرى المزيد من الفقر أتعرف ؟ |
Kuzeye doğru yürümeye başla ve yoksulluk kokusu aldığında evine ulaşmış olacaksın. | Open Subtitles | فقط اذهبي للجنوب وعندما نبدأين في شم الفقر سوف تعرفين انكِ وصلت |
Onların hayatındaki yoksulluk ve taze su olmaması tek sıkıntıları değil. | Open Subtitles | ليس بسبب الفقر الذي بحياتهم و لا لعدم توفر الماء النظيف |
yoksulluk, ülkemde hedefimde olacak ve bu konuda yardım etmeni istiyorum. | Open Subtitles | الفقر سيكون مجال تركيزي في الداخل وأريدك أن تساعدني في هذا. |
Nüfusun yüzde 90'ından fazlası federal yoksulluk sınırının altında. | TED | أكثر من 90 بالمئة من السكان يعيشون تحت مستوى الفقر الفيدرالي. |
Mesela, yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele eden kişiler, nadiren iklim değişikliğinden bahseder. | TED | فعلى سبيل المثال، من يكافحون الفقر وعدم المساواة نادرًا ما يتحدثون عن تغير المناخ. |
Her gün, her yıl, yaşanan ölümlerin üçte birine gelişmekte olan ülkelerdeki yoksulluk kaynaklı hastalıklar neden oluyor. | TED | حوالي الثلث من كل الوفيات كل يوم، كل سنة بسبب أمراض الفقر في الدول النامية |
Şunu düşünün, bugün Amerika'da yoksulluk sınırının altındaki çoğu insanın yine de elektiriği, suyu, tuvaletleri, buzdolapları, televizyonu, cep telefonları, klimaları ve arabaları var. | TED | فكر في هذا، في أمريكا اليوم أغلبية الشعب الذي يعيش تحت خط الفقر مازال لديه كهرباء وماء ومراحيض وثلاجات وتلفاز وهواتف نقالة ومكيفات وسيارات. |
Onlar, dünyanın her yerinde nerede yoksulluk, eğitimsizlik ve adaletsizlik varsa, bu yerlerde bayiliklerini oluşturacak bir marka yaratmak için etkili bir şekilde çalışıyorlardı. | TED | كانوا يصنعون صورة لهذه العلامة بشكل فعّال لخلق علامة تجارية يمكن تلزيمها حول العالم، حيث يوجد الفقر والجهل والظلم. |
Ya gerçekten de yoksulluk ve adaletsizliğe angaje olmamız tam da teröristlerin yapmamızı istediği şey ise? | TED | وماذا لو، بالفعل، مشاركتنا في الفقر والظلم هي بالفعل مايريده الارهابيين منا ان نفعله؟ |
Burada gördüğünüz hiç kimsenin aşırı yoksulluk içinde yaşamasını istemediğiz nokta. | TED | فهنا على سبيل المثال، هذا هو التاريخ الذي نعتقد أنّه لن يكون بحلوله أيّ شخص يعيش في فقر مُدقع. |
Eğer endişelendiğimiz konu yoksulluk ve geliştirme ise, Sahra Çölüne özgü Afrika çok daha önemli. | TED | وان كنا مهتمين بالفقر والتنمية فأفريقيا جنوب الصحراء أكثر أهمية بكثير |
Hayat boyunca hayal edemeyeceğimiz ölçekte kıtlık, kuraklık ve yoksulluk göreceğiz. | Open Subtitles | في حياتك, سنرى المجاعة والقحط والفقر, على نطاق لا يمكن تخيله |
Singapur'da doğduğum zaman, ki o zamanlar fakir bir İngiliz kolonisiydi, 1948 yılında, o zamanlar, insanlığın yaklaşık dörtte üçüyle benzer bir şekilde, aşırı yoksulluk yaşadım. | TED | عندما ولدت في سنغافورة التي كانت وقتها مستعمرة بريطانية فقيرة في 1948، جربت؛ كثلث البشر وقتها، الفقر المدقع |
Çocuk yaşta evlilik yoksulluk, sağlıksızlık ve eğitim eksikliği döngüsünü devam ettiriyor. | TED | زواج الأطفال يطيل الدورة الخبيثة للفقر والمستوى الرديء للصحة و نقص التعليم. |
Yani bu ülkelerde, daha fazla ticari hareket gerçekleşiyor ve daha fazla zenginlik meydana geliyor, yoksulluk azalıyordu. | TED | ففي هذه الدول .. هناك حراك إقتصادي أكبر وهناك ثروات أكثر تنتج ، وفقر يتم تقليلة أكثر |
Omuzlarınızda haksızlık, yoksulluk ve haklarınızdan mahrumiyetle doğdunuz. | Open Subtitles | لقد حملتم الظلم على عاتقكم لقد تحملتم الفاقة و الحرمان من حقوقكم |