Hareket edemeyen keder dağları vardır, biz öyle yada böyle orada olacağız. | TED | هنالك جبال من الحزن لن تتحرك, وبطريقة أو بأخرى, سنركع جميعا هناك. |
Bütün bu üzüntü var ve yapabileceğim hiçbir şey yok. | Open Subtitles | يوجد كل هذا الحزن , ولا يمكنك فعل شيءٍ حياله |
Kitabında yas tutmanın en zor kısmının ölenleri geride bırakmak olduğunu yazmıştın. | Open Subtitles | لقد قلتِ في كتابك ان اصعب شيء في الحزن هو ان تنسيه |
Böylece ne umudu kalıyor ne de sevgisi, acı çekmiyor. | Open Subtitles | وهكذا لا يكون لديها أمل أو حب ليسببا لها الحزن |
Ancak gözlerindeki hüzün tüm gördüğüm fotoğraf bundan başkası değildi. | Open Subtitles | و لكن الحزن في عينيه انها صورة كل ما رأيته |
Sizi hiç bu kadar çok miktarda dondurma alırken, böyle üzgün görmemiştim. | Open Subtitles | لم أرك يوماً بهذا الحزن وأنت تشتري كمية كبيرة من الآيس كريم |
Biliyorum ve ben de hayatını keder içinde geçirmesini istemiyorum. | Open Subtitles | أعلم، وأنا لا أريد لها أن تقضي حياتها في الحزن. |
1577'de doğmuş olan Robert Burton, tüm yaşamını kedere neden olan şeyler ve de keder deneyimi üzerinde araştırma yaparak geçirdi. | TED | روبرت بورتون، ولد سنة 1577 قضّى حياته يجرّب ويبحث عن أسباب الحزن. |
13 masum insan öldürülmüştü, sevdiklerini keder ve travma içinde bırakarak. | TED | قُتِل ثلاثة عشر من الأبرياء، تاركين مُحبينهم في حالةٍ من الحزن والأسى. |
Ama bu üzüntü baskı yaratmıyordu. Tıpkı bir anne gibi sarmıştı. | Open Subtitles | ولكن الحزن لم يكن ضغط علي بل كان يلفني مثل أم |
Onlarla ilk tanışmaya gittiğimizde gördüğüm şey utançtı, üzüntü değil. | Open Subtitles | عندما إلتقينا بهم لأوّل مرّة كانوا يخفون العار، وليس الحزن |
Eğer saray halkı öldüklerini biliyorsa, onlar için yas tutabilirler. | Open Subtitles | ولكن إن عرف البلاط أنها ميتة فسيتمكنون من الحزن عليها |
Bu yas süreci üzerinde çalışıyordum. Kimseyle görüşmek istemediğimi fark edince hayrete düştüm. | TED | وخاصة اثناء فترة الحزن وكنت متفاجئة أنني لم أرى أي أحد .. |
Bir çok acı yaşadık, çok defa korktuk, çok utandık. | Open Subtitles | , أصابنا الكثير من الحزن .الكثير من الخوف,والكثير من الخذى |
Gerçekten acı çekiyor gibi görünseydin, acı cekmenin aşırılıkların affedebilirdim. | Open Subtitles | يمكنني أن أغفر تقلبات الحزن اذا بدا عليك الحزن بالفعل |
Sunbae'nin gözlerinde neden her zaman saklı bir hüzün var biliyorum artık. | Open Subtitles | ولسبب ما، ارى الحزن في عينيه، ولكن هناك اوقات كان يبتسم فيها، |
Ama bazen iki insanın kaynaşması için hüzün ve yalnızlık yeterlidir. | Open Subtitles | لكن في بعض الأحيان الحزن والوحدة هو كل ما يتطلبه الأمر |
Pekâlâ, maymun, o üzgün suratı buruşturup atmanı istiyorum. Onu bulacağız, söz veriyorum. | Open Subtitles | حسنٌ، أيّتها القردة أريدك أن تبعدين الحزن عن محيا وجهكِ سوف نجدها أعدك |
Hastaya yakın kişilerinde de kederin beş safhasını yaşaması yaygın olarak görülür. | Open Subtitles | أجل، أمر شائع أن يمر الأشخاص المقربون من المريض بمراحل الحزن الخمسه |
Sanırım ikimiz de böyle olacağını biliyorduk. İkimiz için de üzücü oldu. | Open Subtitles | كلانا كان يعرف أن هذا سيحدث و سيسبب نوع من الحزن لكلينا |
Aynı zamanda, 11 yaşındayken bir polis memuru tarafından ilk kez durdurulup sorguya çekilmenin nasıl bir şey olduğuna dair kederli bir konuşma da yaptı. | TED | ولكنه تحدث أيضاً عن الحزن وأول توقيف واستجواب من قبل ضابط الشرطة عندما كان فى الحادية عشر من عمره. |
Amy'nin makalesi, beni kederi halka açık bir şekilde yaşamaya itti. | TED | مقالة إيمي جعلتني أعاني الحزن أمام الجميع. |
Fakat artık matem ve kederden eylem ve değişime geçme zamanıdır. | TED | لكن يجب أن يتغير الوقت الآن من الحزن والكآبة إلى العمل والتحول. |
Öyle olduklarını sanırlar ve bu onlara hep üzüntüyü getirir. | Open Subtitles | يفكروا بانهم كذلك ولايجلب لهم ذلك الا جميع انواع الحزن |
Ama hakkında bilinmesi gereken şey; çok değişik bir deneyimdi... ...gerçekten mutsuzluk ve ciddi bir hastalığın bilinmezliğiyle yaşamak. | TED | ولكن معرفة هذا الأمر شيء مختلف، كانت تجربة مختلفة جدا أن تعيش الحزن والمشاعر غير الأكيدة لمرض خطير. |
Ancak içtiğiniz zaman mutsuz olup çökersiniz, başınız belaya girer dostum. | Open Subtitles | لكنه يقود إلى طريق الحزن و الوحدة و الحيرة يـا رفـاق |