Tabii çok uzun kirişli köprüler her yere gitmek için şart değil. | TED | ولكن بالطبع البحور الفائقة ليست بالضرورة الطريق التي يجب المضي فيه دائماً. |
Ve nasıl olduğunu biliyorsunuz, bunun için engelli olmanıza gerek yok. | TED | و كلكم تعرفون ذلك، ليس بالضرورة أن تكون معاقا لتعلم ذلك. |
Birçok esnaf ve genel olarak birçok erkek, Tam olarak nereye gideceğini ve yardım alacağını bilmiyor. | TED | عديد من الحرفيين، وكثير من العوام، لا يعرفون بالضرورة كيف يطلبون المساعدة. |
Kazanmak zorunda değilsin, ama çok çok iyi sonuç almalısın. | TED | ليس بالضرورة أن تكسب، لكن عليك أن تبلي بلاء حسناً. |
Dolayısıyla ihtiyacımız olan şeyin illa internetin performansına sahip olması şart değil. Fakat bir polis şubesi itfaiye şubesine internet olmadan da ulaşabilmeli veya hastaneler de akaryakıt ısmarlayabilmeli. | TED | ما نحتاج إليه شيء ليس بالضرورة أن نمتلك أداء الإنترنت, ولكن أن يكون قسم الشرطة قادرا على استدعاء قسم الإطفاء من دون الإنترنت، أو المستشفيات التي تطلب زيت الوقود. |
Soru sorman şart değil, konuşmak isterler mi öğrenmek için. | TED | ليس بالضرورة السؤال ، لكن لأري إذا كانوا يريدوا التحدث ؟ |
öyle olması şart değil, isterseniz, Türkçe de olur. | Open Subtitles | ليس بالضرورة يمكن أن تكون بالتركية لو أردت ذلك حقاً |
Kişi bir şampiyon ya da savunucu olamasın çünkü başkasının şampiyon olması için herhangi bir akçe harcamanıza gerek yoktur. | TED | حسنًا. لا يمكن لشخص أن يكون بطلًا أو محاميًا، لأنك لا تحتاج بالضرورة إلى إنفاق أي مال لتكون بطلاً لشخصٍ ما. |
Bu hikayelerin birbirleriyle uyum içinde olmasına gerek yok. | TED | الآن ليس بالضرورة أن تتفق هذه القصص معا. |
Rüyalara hiç gerek kalmayacak. | Open Subtitles | لن يكون هنـاك أحلام بالضرورة لهذه القضيـة |
Tam anlamıyla nasıl birşey ortaya çıkacağını bilmiyoruz. Ama genetik kodunun Tam olarak nasıl göründüğünü biliyoruz. | TED | تعلمون، نحن لا نعلم بالضرورة ما ستبدو عليه. نحن نعلم بالضبط ما تبدو عليه شفرتها الجينية. |
Yüksek binalar kendilerini Tam olarak sosyal göstermezler. | TED | هذه الأبنية ليست بالضرورة ذات صبغة اجتماعية. |
Çünkü o çift gölge adama zorunda olsalar bile güvenmiyorlar. | Open Subtitles | ' سبب ذلك الزوج لا حتى يأتمن رجل الظلّ بالضرورة. |
Demek istediğim, bütün aşk öykülerinin masalsı trajediyle bitmesi gerekmez. | Open Subtitles | ما أعنيه، لا تنتهي كل القصص الرومانسية بالضرورة بفاجعة ملحمية |
Ayrıca, aşıyı üretmek yıllar alsa da birçok insanın yaşamının kesintiye uğraması ille de tüm süreç boyunca sürmeyecektir. | TED | ورغم أن اللقاح قد يستغرق سنوات لابتكاره، الأعطال التي حدثت لمعظم حياة الناس لن تدوم بالضرورة طيلة هذه المدة. |
Aslında bunlar bir bakıma biraz eskiydi, ya da Pek yeni sayılmazdı. | TED | لذا فى بعض النواحى، كان هذا شيء قديم قليلًا وليس بالضرورة جديد. |
Bu doyurucu değildir ve tavladıkları da dost sayılmaz zaten. | Open Subtitles | هذا ليس كثيراً بالضرورة و ليس رفقة بالضرورة |
Ahlak kökenini anlamak, onu bir köşeye atmak anlamına gelmez. | Open Subtitles | كي نفهم أصل المبادئ الأخلاقيّة لا يعني بالضرورة وضعها جانباً. |
Yaratıcı edebiyatta illa da bildiğimiz şeyi ya da olduğumuz şeyi yazmamız gerekmiyor. | TED | فالأدب الخيالي لا يتناول بالضرورة الكتابة عن كينونتنا أو مُدركاتنا أو ماهية هويتنا. |
bilimle bu şekilde uğraşmayı Gerekli görmüyor. Ben bundan sonra derhal Genspace kaydoldum | TED | لا يشاركون بالضرورة في العلم بهذه الطريقة. بعد هذا انضممت مباشرة إلى جينسبيس، |
Gerçek hayattaki kötüyle ilgili sorun şu, kötülük mutlaka çirkin değil. | TED | والمشكلة مع الشر هي أنه في الواقع لا يبدو الشر بالضرورة كشيء قبيح. |
İşimi aksatmaya da yardım etmeye de çalışsalar ne tür bir kafa yapısına sahip olduklarını Belli ederler. | Open Subtitles | سواءً كانت محاولة لعرقلتي أم لمساعدتي فإنَّها تكشف بالضرورة نوعاً من العقول |
öyle oturup düşündüğüm söylenemez ama insanlara karşı nazik olmayı severim. | Open Subtitles | ليس بالضرورة اليوم بطوله لكني أحب أن أكون لطيفة مع الناس |
Bu Aslında eğer insanlara daha çok ihracat, daha çok ticaret verirsek hastalığın görülme sıklığı artar demek değil. | TED | و لكن هذا لا يعني بالضرورة أننا إذا قدمنا للناس المزيد من الصادرات و التجارة أن يزداد انتشار الوباء |