Arılardan sadece belirli bir renge gitmeyi değil, ayrıca belirli bir renkteki çiçeğe sadece özel bir şablondaysa gitmeyi öğrenmelerini istedik. | TED | طلبنا من النحل تعلم ليس فقط الذهاب إلى لون معين، ولكن إلى زهرة بلون معين فقط عندما تكون في نمط معين. |
sadece, bir dizi farklı insanda bulunan karmaşıklıkları değil, her bir kişinin kendi içinde bulunan karmaşıklıkları da ortaya koyuyor. | TED | انها تمثل ليس فقط العقبات وجدت في استيعاب شخص مختلف عنا و لكن ايضا تعقيدات وجدت داخل كل شخص منفردا |
Bunun etkisi, tabi ki, sadece kehribar tahıl dalgaları değil, dağlar kadar tahıl. | TED | تأثير ذلك بالطبع، هو أنه ليس فقط موجات الكهرمان للحبوب، إنه جبال لأشياء. |
Dünya algısı içten dışa yönde işliyor, yalnızca dışarıdakini iç bünyede anlamlaştırmıyoruz. | TED | عالمنا المُختبر ينشأ من الداخل إلى الخارج، ليس فقط من الخارج للداخل. |
Karşılaştığım zorluklara bakıldığında, sadece önceden tahmin etmek değil, aynı zamanda beklenmedik durumlar için önlemler tasarlamak da çok önemli. | TED | الآن، بالنظر إلى نوعيّة التحدي الذي يواجهني، من الجوهري ليس فقط أن أتنبأ بل أيضاً ان أُصمم دفاعات لغير المتوقع. |
Bu sadece hastaların korktuğu manasına gelmesin: doktorlar da korkar. | TED | لكن ليس فقط المرضى هم من يخافون؛ الأطباء يخافون أيضًا. |
Neyse ki geri dönüşler harikaydı sadece medya değil tıp çevresinde de ki aynı zamanda çok da destekleyicilerdi. | TED | وحمداً لله أن الأراء كانت رائعة ليس فقط من جانب الإعلام ولكن من المجتمع الطبي الذي كان داعماً جداً |
diyebilir. Tam tersine insanlar, sadece gerçeği anlatmak için konuşmazlar. Aynı zamanda yeni gerçeklikler ve uydurma gerçeklikler yaratırlar. | TED | البشر في المقابل، يستخدمون لغاتهم ليس فقط من أجل وصف الواقع، بل من أجل ابتكار واقعٍ جديدٍ، واقعٍ خياليٍّ. |
Ancak buna ihtiyaç duyanlar sadece inşaat mühendisleri ve sigortacılar değil. | TED | لكن ليس فقط مهندسو الإنشاء وجماعة التأمين هم من يحتاجون هذا. |
Fayda kavramı sadece satın almaya değil, karar vermeye de uygulanabilir. | TED | المنفعة تطبق ليس فقط على شراء الأشياء ولكن على كل قراراتنا. |
Demek istediğim, sadece bir gen sürücü kullanma seçeneğini değil, kullanmama seçeneğini de. | TED | أعني، ليس فقط اختيار استخدام تقنيات التغيير الجيني، ولكن أيضاً اختيار عدم استخدامها. |
Doğrulama yanlılığı sadece yeni veri araştırmayı ihmal etmek değil, aynı zamanda veriye ulaşınca onu yanlış yorumlamakla ilgili. | TED | الإنحياز التأكيدي ليس فقط حول الفشل في البحث عن بيانات جديدة لكنه أيضاً حول سوء فهم البيانات عند استلامها |
Bu midenin sadece kirliliği yok etmek için değil, aynı zamanda, kirlilikten elektrik üretmek için nasıl kullanılabileceğini görebilirsiniz. | TED | يمكنكم أن تروا كيف يمكن استخدام هذه المعدة ليس فقط للتعامل مع التلوث لكن أيضا لتوليد كهرباء من التلوث. |
sadece makinenin nasıl çalıştığını değil, onlarla birlikte yaşamanın nasıl olduğunu da. | TED | ليس فقط عن كيفية عمل تلك الآلات، بل عن ماهية التعايش معهم. |
sadece İngiltere'de ve Amerika'da değil, Fransa ve Macaristan'da, Brezilya'da, Myanmar'da, Yeni Zelanda'da. | TED | ليس فقط في بريطانيا و أمريكا، بل في فرنسا وهنغاريا والبرازيل ومينمار ونيوزلندا. |
sadece hükümetler arasındaki ilişkiye dayanmayıp, paylaştığımız ortak değerler ve dile dayanır. Her gün sizleri izleyerek bunu anımsıyorum. | TED | مبنية ليس فقط على العلاقة بين الحكومات، لكن على اللغة المشتركة والقيم التي نتشاركها. وأنا متذكرة هذا برؤيتكم اليوم. |
Bu yalnızca insanlar için geçerli değil, primatların ilişkilerinde de aynı. | TED | وذلك ليس فقط للبشر ولكن أيضاً في علاقات الحيوانات الرئيسية،وعلاقاتنا أيضاً. |
Öldürücü bir darbe vurduğunu hissetti. yalnızca arkadaşına değil, kendisine de. | Open Subtitles | لقد شعر و كأنه قد ضرب ضربة مميتة ليس فقط لصديقه |
adını tamamen yanlış söylemekle kalmayıp bir de apayrı bir organizasyondan olduğunu açıklar. | Open Subtitles | ليس فقط انه اخطاءفي اسمك لكنه يقول إنك كنت من مؤسسة مختلفة تماما. |
hem cesedi bırakmış, hem de gözleri oymakla hiç uğraşmamış. | Open Subtitles | ليس فقط ترك الجسم، لكنّه لم يهتمّ لأن يزيل العيون. |
Sizi bu konuda rol almaya davet ediyorum çünkü bu konu çok önemli, Sırf bizler için değil, çocuklarımız için. | TED | وأنا أحثكم على المشاركة في هذه الثورة لأنها في غاية الأهمية ليس فقط لأجلنا، ولكن لأجل مستقبل أطفالنا. |
Şehri dağıttığınız yetmezmiş gibi bir de en önemli suçluyu elinizden mi kaçırdınız? | Open Subtitles | ليس فقط قد جعلتم المدينة في فوضى بل تركتم أهم مجرم أن يهرب؟ |
Kakanın hayat kurtardığı tek yer dünyanın yoksul kesimleri değil. | TED | ليس فقط في الدول الفقيرة يمكن للغائط أن ينقذ الأرواح. |
sadece o süre zarında nerede olduğumu bilmemekle kalmıyor bunu kendime bile açıklayamıyorum. | Open Subtitles | ليس فقط لأنني لا املك إدعاء بالغيب أنا لا أستطيع أن أفسر لنفسي |
TV'de gördüğünüz gibi kötü adamlarla silahlı çatışma demek değildir. | Open Subtitles | ليس فقط بأطلاق النار على الاشرار كما نشاهد فى التلفاز |