Bunu yiyecekle doldur. 60 saniye içinde bu evi terk ediyoruz. | Open Subtitles | إملأ هذه بالطعام ، سنغادر هذا المنزل فى غضون 60 ثانيه |
Ama dairesi yiyecekle doluydu. İyi yiyecek değil, ama temel gıdalar. | Open Subtitles | لكنّ بيته كان ممتلئاً بالطعام ليس طعاماً صحياً، لكن معيشة أساسية |
Pavlov'un yaptığı zili yiyecekle ilgili kılmaktı. | TED | كان ما قام به بافلوف هو جعل الجرس مرتبطًا بالطعام. |
Tüm kış boyu, avını yakalamayı bilenler için bu nehir yiyecekle doludur. | Open Subtitles | طوال فصل الشتاء، نهر مليء بالغذاء لأولئك الذين يعرفون كيفية القبض عليه. |
Kral penguenler 3 günlük balık avından yavruları için yiyecekle dönüyor. | Open Subtitles | إنّ البطاريق يَعُودونَ بعد ثلاثة ايام رحلتهم لصيدِ السمك، بالغذاءِ الوافر لفراخِهم |
yiyecekle dolu bir kızağı sürüklerken, günbegün kendinizi açlık noktasına getirerek bitkin düşürmek mükemmel bir işkence şekli. | TED | و هو نوع فريد من العذاب ان تنهك نفسك الى حد التضور من الجوع يوماً بعد يوم بينما نقوم بسحب مزلجة مليئة بالطعام |
Bu yiyecekle ilgili değil. Karıncaları kontrol altında tutmakla ilgili. | Open Subtitles | ان الامر ليس خاص بالطعام فقط ولكن لابقاء النمل تحت سيطرتنا |
Ve bence çoğu nedense yiyecekle ilgili. Bir de cinsel gerilim oyunuyla. | Open Subtitles | و أعتقد أن كل ذلك مرتبط بالطعام بطريقة ما و يقاس الامر على لعبة جذب الانتباه الجنسي أيضا |
Kural bir: Güzel bir kadınla yemeğe çıkmak asla yiyecekle alakalı bir şey değildir. | Open Subtitles | الأولي, العشاء مع أمرأة جميلة ليس له علاقة بالطعام |
yiyecekle dönen bir ebeveyn 400 bin kuş sesi arasından kendi yavrusununkini tanımak zorundadır. | Open Subtitles | ،ينبغي بالأبوين العائدين بالطعام تمييز نداء فرخهم وسط جوقة تتألف من 400 ألف طائر |
Beni yiyecekle kandıramazsın baba. | Open Subtitles | يجب ان لا تستمر باغرائي بالطعام |
yiyecekle alâkalı bir sürü iş var. | Open Subtitles | هنا العديد من الوظائف المتعلقة بالطعام |
Temizleyip yiyecekle takas ediyorlar. | Open Subtitles | إنّهم يقتاتون أيّ شيء ويبادلوه بالطعام |
Ve düşündüm, yiyecekle cevap verilemeyecek bir çocuğun ağlayışı gibi akıldan çıkmayan hiçbir şey yok - her insanın en temel beklentisi. | TED | فكرت، لا يوجد شيء موجع أكثر من سماع طفلٍ يبكي دون أن تملك القدرة على إغاثته بالطعام -- أكثر الأشياء بديهية في حاجات الإنسان التي لابد أن تلبى. |
Onu yiyecekle çekmeye çalıştık. | Open Subtitles | حاولنا استدراجه بالطعام |
Barbie'yi bulacağım, ambulansı alıp yiyecekle doldururuz. | Open Subtitles | سأجد (باربي)، وسنأخذ سيّارة الإسعاف، وسنقوم بتعبئتها بالطعام. |
Bunu da en iyi yiyecekle yaparsın. | Open Subtitles | أفضل طريقةٍ لفعل ذلك... هي بالطعام. |
Ve hayatımda, dünyada olan bir çok şey -- ve yiyecekle takıntılı olan bir kişi olmam-- gerçekten de bir çoğu bu sene değişti. | TED | لذا ربما خلال فترة حياتي سيتغير الكثير في هذا العالم وكمهووسة بالغذاء و ما يتعلق به تغير الكثير من هذا |
Vadi yiyebileceğinden daha fazla, yiyecekle ve içebileceğinden daha fazla soğuk su ile kaplı. | Open Subtitles | ان الوادى مملوء بالغذاء الأخضر أكثر مما يمكنك أن تأكله وماء أكثر برودة أكثر مما يمكن أن تشرب |