Sular, uydunun ışın yoğunluğunu azaltarak bizim zaman kazanmamızı sağlar. | Open Subtitles | الماء سيخفف كثافة شعاع القمر الصناعي, مما يوفر وقت الدرع. |
Radyologlar, mammogramdaki doku görüntüsüne bakarak meme yoğunluğunu dört kategoriye ayırıyorlar. | TED | ان اخصائيوا الاشعة يصنفون كثافة الثدي ضمن 4 فئات تبعاً لظهور الانسجة في الماموغراف |
Bunu tüm şehrin yoğunluğunu artıran çadır direkleri olarak düşünebilirsiniz. | TED | يمكن تشبيه تلك النقاط بأعمدة الخيام والتي تكون ذا كثافة كبيرة جداً اكثر من المدينة وتمثل نواة لها |
Evet.Kan damlalarının yönünü ve yoğunluğunu kullanırsak, kutuların nasıl dizildiğini bulabiliriz.. | Open Subtitles | إذا إستخدمنا الكثافة وإتجاه قطرات الدمّ، يمكننا معرفة وضع كُلّ صندوق |
Süngerin yoğunluğunu ve yayın gerginliğini senin vücuduna göre ayarlıyorlar. | Open Subtitles | عدّلوا الكثافة الرغاوية والزنبرك ليناسبا جسمك. |
ve bu gerçekten önemli bir ilerlemeydi çünkü motorların güç yoğunluğunu çok yukarılara çekti. Artık daha küçük alandan çok daha büyük güç elde edebilirdiniz | TED | وقد كان إنجازا هائلا لأنه رفع تركيز الطاقة للمحرك فالآن يمكنك الحصول على طاقة أكثر من حجم أصغر |
Bütün günümü mezarlıkta sürünerek geçirdim. Yönetmen, karakterin duygsal yoğunluğunu... canlandıramadığımı, yeteneksiz olduğumu söyledi. | Open Subtitles | لقد كان الأمر فظيع، المخرج قال ليس بمقدوري الوصول لصميم العاطفي لشخصية. |
Her dizi bir sayı kodlar, bu sayı da o rengin yoğunluğunu belirler. | TED | كل تسلسل يرمز إلى رقم والذي يحدد كثافة لون معين. |
Masanın odadaki ışık yoğunluğunu okuyabilen sensörleri var. | TED | تحتوي الطاولة الآن على أجهزة استشعار تقرأ كثافة ضوء الغرفة. |
Bu tarz problemleri önlemek için eğlence amaçlı tekneciliği ve aktif balina gözetimi yoğunluğunu düzenlemek gerekebilir. | TED | ويجب علينا ان ننظم كثافة حركة القوارب السياحية التي تهدف لمشاهدة الحيتان لكي نتجنب هذه النوعية من المشاكل |
Bu da kemik gelişimini ve yoğunluğunu olumsuz etkiliyordu. | Open Subtitles | وهذا يمكن أن يوقف نمو العظام ويقلل كثافة العظام |
Fakat bugünün toplumunda kalori yoğunluğunu, yapay olarak, atalarımızın doğada bulduğundan çok daha fazla artırabiliyoruz. | Open Subtitles | التي ساهمت في بقاءنا. لكن في بيئة اليوم الحالي، نحن نستطيع زيادة كثافة السعرات الحرارية صناعيّاً |
Yüksek rakım pastaların yoğunluğunu etkiler. | Open Subtitles | علو المرتفعات هناك سوف يؤثر على كثافة الفطائر |
Bir virüsün, taşıyıcısının yoğunluğunu ve kutuplarını değiştirmesinin mümkün olduğunu sanmıyordum. | Open Subtitles | لم أكن أعتقد أنه بإمكان أحد الفيروسات تغيير كثافة جزئيات المُضيف و قطبيتها. |
Teoride, uygun dev bir gaz kütlesinin yoğunluğunu.. | Open Subtitles | حسنا,نظريا وبزيادة الكثافة للعملاق الغازى الضخم بشكل كافى |
Kasların yoğunluğunu hesaplarsak... 61.53 çıkar. | Open Subtitles | حسناً, 111.186 للدهون الكثافة العضلية هذا 61.53 |
Atomik maddenin yoğunluğunu sıkıştırarak kuantum matriksinden negatif enerjiyi filtreliyor. | Open Subtitles | إنه ينقي الطاقة السلبية عبر قالب كمِّي بضغط الكثافة النسبية للمسألة الذرية |
Böylece merminin tipini topun yaklaşık yoğunluğunu girdiğimde nişancının yerden 243.84 cm yukarda olduğunu gösteriyor. | Open Subtitles | ولذا، بمجرد أن أضع نوع الرصاصة و الكثافة التقريبية للمدفع يبدو أن القاتل كان يرتفع عن الأرض بمسافة 243.84 سنتيمتراً |
Örneğin, atmosferdeki CO2 yoğunluğunu, küresel ısınmanın bir numaralı sebebini, ele alalım. | TED | مثلًا، خذوا تركيز ثاني أكسيد الكربون في الجو، الدافع رقم واحد للاحترار العالمي. |
Şimdi burada, oksijen yoğunluğunu azaltmaya başlayacağım. | Open Subtitles | أنا سوف أبدء في خفض تركيز الأكسجين هنا الآن. |
Bütün günümü mezarlıkta sürünerek geçirdim. Yönetmen, karakterin duygsal yoğunluğunu... canlandıramadığımı, yeteneksiz olduğumu söyledi. | Open Subtitles | لقد كان الأمر فظيع، المخرج قال ليس بمقدوري الوصول لصميم العاطفي لشخصية. |