Ve sonra sinema salonunda otururken yanımdaki koltuğun boş olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | ثم كنا جالسين في المسرح، وأدركت أن المقعد المجاور لي كان فارغا. |
Kitabıma koyduğum yüzlerce bilimsel referansı taramaya başladım ve cevabın odanın içinde, yanımda olduğunu fark ettim. | TED | وبدأت في البحث في آلاف المراجع العلمية التي وضعتها بكتابي وأدركت أن الإجابة كانت ماثلة أمامي. |
Hayır ve orada dün yaptırmam gereken bir reçete olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | كلا وأدركت أن بها وصفة طبية لدواء عليّ تناوله أمس |
Biraz okudum ve farkettim ki o kadar da zor değil. | Open Subtitles | قمت ببعض القراءة وأدركت أن ذلك ليس مستبعداً. |
O an fark ettim ki gördüğüm şeyler ırkçı polislerimizin neden olduğu büyük çaplı mahkumiyetlerdi. | TED | وأدركت أن ما كنت أنظر إليه هي نتيجة نهائية لسياستنا العنصرية والتي تسببت في تفريق عنصري في الحجز. |
Dediklerini düşündüm ve daha fazla eğleneceğin birisi olduğunu anladım. | Open Subtitles | .. كنت أفكر فيما أخبرتني به وأدركت أن هناك شخصاً آخر ستستمتع بوقتك معه أكثر |
Ve evliliğin çitlerle çevrili bir ev ve küçük bir karavandan çok daha fazlası olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | وأدركت أن الزواج أكثر من مجرد إسورة و حافلة صغيرة |
Haber önerinizi düşündüm ve seni mahvetmek için kaçırılmayacak kadar iyi bir fırsat olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | أنا فكرت في عرضك وأدركت أن الفرصة لتدميرك جيدة جداً لكيلا أفوتها |
16.00'a kadar, 94 mil yaptım, hesapladım ve ciddi zaman sıkıntım olduğunu fark ettim, çünkü gidecek 18 milim vardı ve 90 dakikadan az bir süre kalmıştı ve büyükçe birkaç tepe tırmanışlarını içeriyordu. | TED | وعند الساعة 4 مساءً، كنت قد قطعت 151 كم، فحسبتها وأدركت أن التوقيت ليس في صالحي فقد تبقى لي 45 كم وأقل من 90 دقيقة، بما في ذلك بعض المرتفعات الكبيرة. |
Beyaz üstünlüğünün hâlen orada bir yerde olduğunu fark ettim, ama beyaz üstünlüğünün en büyük gücü KKK değil, sistematik ırkçılığın normalleştirilmesiydi. | TED | وأدركت أن سيادة البيض موجودة، لكن سيطرتهم الكبرى ليست على ال "ك ك ك"، إنها التطبيع مع العنصرية الممنهجة. |
Ve polis beni kenara çekti ve lastiğimin dümdüz olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | وتوقفت الشرطة وأدركت أن إطاري انفجر |
Bunun tamamen benim hatam olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | وأدركت أن الأمر كان خطأي بالكامل |
Bisikletimin eskiden orada olduğunu fark ettim. | Open Subtitles | وأدركت أن تلك من حيث كانت درّاجتي |
farkettim ki, bu tek yoldu. | Open Subtitles | لم أستطع الشبع، وأدركت أن الموت ينتظر أبناء المعصية |
Evet ve farkettim ki ben kendimi böyle koruyorum. | Open Subtitles | أجل ، وأدركت أن هذه هي طريقتي في حماية نفسي |
Sonra farkettim ki etrafımızdaki çoğu insan kendi hayat merdivenlerini birisi söylediği için tırmanıyor ve sonunda yanlış duvarda olduğu veya hiç duvar olmadığı görülüyor. | TED | وأدركت أن الكثيرين حولنا، يصعدون على ذلك السلّم الذي قال لهم الآخرون أن يصعدوه، لينتهي بهم الأمر وهم يستندون على الجدار الخاطئ، أو أنهم لا يجدون جدارًا أصلًا. |
fark ettim ki, bütün o titremeler, aslında bana bir şey öğretmişti: Hayatta, mutluluğa giden kısa yol yok. | TED | وأدركت أن كل هذا الارتجاف قد علمني شيئًا: في الحياة، لا توجد طريقة مختصرة للمتعة. |
Sonra fark ettim ki, animasyonu yaratan, arazide kımıldayan vücudumdu. | TED | وأدركت أن حركة جسدي خلال المنظر الطبيعي هي التي كانت تحدثُ الصورة المتحركة. |
Ama fark ettim ki bu Jerry... böyle şeyler yaptığı zaman Jerry'yi beğenmiyor. | Open Subtitles | وأدركت أن جيري لم يعجبه جيري عندما يفعل جيري ذلك |
Çünkü benim durmadan çalışan beynim için hizmetçi olmak yeterli gelmiyordu ben de, beni tatmin eden şeyin zencilerimin nasıl işlediğine dair çocuksu merakım olduğunu anladım. | Open Subtitles | لأن كوني مضيفة لم يكن أبداً كافياً لعقلي الذي لا يهدأ وأدركت أن ذلك كان فضول طفولي |
Bütün meselenin zamanlama olduğunu anladım. | Open Subtitles | وأدركت أن المسألة كلها كانت حول التوقيت |