McDonald'sa gittiler orada oturdular, uzun zamandır ilk kez birbirleriyle konuştular, birbirlerini dinlediler. | TED | ذهبوا إلى ماكدونالدز وجلسوا وتحدوثوا وسمعوا بعضهم البعض للمرة الأولى منذ فترة طويلة. |
Sınırların tarihsel açıdan en keyfi olduğu ve lider nesillerin birbirleriyle düşmanca ilişkiler içinde olduğu tüm bu bölgeler. | TED | كل تلك المناطق حيث الحدود تاريخياً أكثر تعسفية وحيث أجيال من القادة كانوا على علاقات عدائية مع بعضهم البعض. |
Askerleri ABD ordusuyla savaştıktan sonra geri geldiklerinde veya birbirleriyle didiştiklerinde eminim ki kabile hayatına kolayca geri dönmüşlerdir. | TED | عندما عاد محاربوهم من قتال الجيش الأمريكي أو قتال بعضهم البعض أراهن أنهم إستطاعوا الرجوع لحياتهم الطبيعية بدون مشاكل. |
Ancak robotlar birbirleriyle etkileştiği için, yanındakileri algılayarak esasen takip ediyorlar. | TED | ولأن الروبوتات تتفاعل مع بعضها البعض. فإنها تشعر بجيرانها، وتتابع بعضها. |
Tek bir çamaşır sepetleri var. Demek ki birbirleriyle iyi geçiniyorlar. | Open Subtitles | ولديهما حقيبة غسيل واحدة، مما يعني أنهما معتادان على بعضهما البعض |
Casuslar dünyanın her yerinde birbirleriyle radyo aracılığıyla iletişim kurar. | Open Subtitles | الراديو هو كيف نتحدث، كيف يتحدث الجواسيس لبعضهم البعض حول العالم. |
Ama kelimeleri kullanmak yerine birbirleriyle iletişim kurmak için sinyal moleküllerini kullanırlar. | TED | لكن عوضًا عن استخدامهم للكلمات، يستخدمون جزيئات إشارة للتواصل مع بعضهم البعض. |
Ne zaman boş bir an bulsalar birbirleriyle sohbet ediyorlar. | TED | كلما أتيحت لهم فرصة ، فإنهم يدردشوا مع بعضهم البعض. |
Amaca zarar veren şey, aynı hastalık üzerinde çalışan dört tane çekirdek bilim adamı takımı olup bunların birbirleriyle konuşmaması. | Open Subtitles | يوجد نتائج عكسيه من عُلماء الأربعة فرق الأساسيه الذين يعملون جميعا على نفس المرض ولكن لا يتحدثون مع بعضهم البعض. |
Ayrıca bebeklerimin birbirleriyle seks yapmak zorunda kalmasını da istemiyorum. | Open Subtitles | ايضاً, لا اريد ان يحظى اطفالي بالجنس مع بعضهم البعض |
Önemli olan öğrencilerimizin birbirleriyle konuşmalarıdır. | TED | الأهم هو أن نساعد الطلاب لإجراء المحادثات مع بعضهم البعض. |
Ve şimdi işin içine teknoloji giriyor, çünkü bu yeni elektronik haberleşme yöntemiyle, bu çocuklar dünya çapında birbirleriyle iletişim kurabilecek. | TED | والآن دخلت التقنيات في هذا الأمر، لأنه بهذه الوسيلة الجديدة للإتصال الإلكتروني يمكن لهولاء الأطفال الإتصال مع بعضهم البعض حول العالم. |
Bu nöronlar, aralarındaki bağlantılılar aracılığıyla ufak titreşimler ya da elektrik akımları yollayarak birbirleriyle iletişim kurarlar. | TED | والخلايا العصبية تتواصل مع بعضها البعض من خلال إرسال نبضات صغيرة أو تموجات كهربائية من خلال الروابط لبعضها البعض. |
Tüm bu sesler birbirleriyle uyumluydu ve aralarındaki ritmi de duyardım. | TED | كل هذه الأصوات اندمجت مع بعضها البعض و استطعت الاستماع إلى الإيقاع بينهم |
Hatta, mantık ve yaratıcılığın birbirleriyle anlaşamadıkları fikri de desteklenmemektedir. | TED | وحتى فكرة أن المنطق والإبداع منفصلين عن بعضهما البعض فهي غير مدعّمة بشكل جيد. |
Çünkü barsaklarımız doğrudan limbik sistemimizle bağlantılıdır. birbirleriyle konuşurlar ve kararlar alırlar. | TED | لان امعائك متصلة مع جهاز المشاعر وهما يتواصلان مع بعضهما البعض ويقرران معاً بعض القرارات |
Başkalarıyla konuşuyorlar ama asla birbirleriyle konuşmuyorlar. | Open Subtitles | إنهم يلجأون لأي شخصٍ ولا لبعضهم البعض أبداً |
birbirleriyle olan ilişkilerinden ise kendimizle ilgili algıyı çıkartıyoruz. | TED | ولكن لأن هذه العمليات مرتبطة ببعضها بطريقة ما فنبدأ نشعر بذاتنا. |
Çünkü orada, Georgia'da, beyaz insanlar ile siyahi insanlar birbirleriyle tarihsel olarak daha tanıdıklar. | TED | ويعود ذلك هناك، في جورجيا، إلى أن السكان البيض والسود تربطهم تاريخيا علاقة ومعتادون ببعضهم البعض. |
Eğer bir şekilde bu molekülleri, birbirleriyle konuşmaları ve rekabet için doğru şekli almaları için cesaretlendirebilirsek bölünecek ve rekabet edecek hücreleri oluşturmaya başlayacaklar. | TED | لو أننا استطعنا بطريقة ما تحفيز تلك الجزيئات لتتواصل فيما بينها وتكون الأشكال الصحيحة وتتنافس فيما بينها، فستبدأ بتكوين خلايا تتكاثر وتتنافس فيما بينها. |
Merak ediyordum, acaba bu genç çocuklardan kaçı, birbirleriyle böyle bir yaşamın hayali hakkında konuşmuşlardı. | TED | ولكنني ما فتئت أتساءل كم تحدّث هذان الفتيان لبعضهما البعض عن أحلامهما للحصول على حياة كهذه. |
Bunlar ileri derecede topografik ve birbirleriyle geri dönüşümlü biçimde ileri derecede ilişkilidir. | TED | هي طبوغرافية رائعة و مترابطة بشكل رائع في نمط تكراري. |
Ve iki yarıkürenin birbirleriyle haberleşmesi "corpus collosum" dediğimiz 300 milyon kadar akson lifinden oluşan bir ara bağlantı üzerinden olur. | TED | يتصل النصفين الكرويين ببعضهما البعض عبر الجسم الثفني المصنوع من حوالي 300 مليون ليف محوري |
Bu üç kız göz göze gelme sıkıntısı olmadan birbirleriyle konuşuyorlar mesela. | TED | هؤلاء الفتيات الثلاثة يتحدثن مع بعضهن البعض بدون التواصل البصري المزعج. |
Burada gördüğümse birbirleriyle konuşmayı kesmiş düş kırıklığı nefrete dönüşmüş iki insan. | Open Subtitles | أرى شخصيْن توقّفا عن الحديث مع بعضهما البعض، تحوّل احباطهما إلى كراهيّة. |
birbirleriyle başka bir şekilde iletişim kurduklarını sanıyoruz. | Open Subtitles | نحن نعتقد أنهم يفهمون بعضهم بنوع من الاشارات الأخرى |