Bununla birlikte bir tür eşitlik ruhu var. Hepimiz temel olarak eşitiz. | TED | و بالاضافة الى ذلك هنالك نوع من المساواة.فنحن جميعا متساوون بشكل اساسي. |
eşitlik. İnsan her şeyini komşusu ile paylaşmalı. - Buna ancak çılgınlar inanır! | Open Subtitles | الخطر يكمن هنا , المساواة أن يحب الرجل لجاره مثل ما يحبه لنفسه |
30 yıl boyunca eşitlik için verilen mücadeleye liderlik ettiniz. | Open Subtitles | لقد قمت بقيادة معركة المساواة بين الأجناس لمدة 30 عام |
Kadınların sağlığı tıpkı eşit ücret politikası kadar önemli bir eşit hak konusudur. | TED | صحة المرأة هي مسألة متعلقة بالمساوة في الحقوق وبنفس أهمية المساواة في الأجر. |
Zeus ile Hera arasındaki ilişkide eşit seviyedeki iki insan arasındaki ilişkiyi görürüz. | Open Subtitles | بين زيوس و هيرا في الواقع سنجدها علاقة بين اثنين على قدم المساواة |
Biz de bu sırada cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi hakkında | TED | وفي هذه الأثناء، نواصل الحديث عن المساواة بين الجنسين وتمكين المرأة. |
80'lerde piyasa devrimimiz var ve toplumda aşırı bir şekilde eşitsizlik artışı. | TED | ولدينا ثورة السوق في الثمانينات والزيادة الرهيبة في عدم المساواة بين المجتمعات. |
"Kadınlar yıllarca, eşitlik ve oy hakkı için barış içinde kampanyalar yürüttüler." | Open Subtitles | لقد ناضلت النساء على مدى العقود من أجل المساواة والحق في التصويت |
Fakat gerçekten önemli diğer bir farklılık ise büyük eşitlik ortamlarını nasıl sağladıkları. | TED | والامر المهم الآخر الذي يمكن قراءته وإستنباطه هو كيفية قيام تلك الدول بنشر المساواة فيما بين طبقاتها الإجتماعية |
hayatını eşitlik yoluna adamış muhteşem, ileri görüşlü bir vaiz kendisi. | TED | كانت لديه رؤية، وقضى حياته يعمل من أجل المساواة. |
Kadınların dijital hakları için savaşırken, eşitlik için savaşmış oluyorum. | TED | عندما كنت أناضل من أجل الحقوق الرقمية للمرأة، كنت أكافح من أجل المساواة. |
Demokrasi mükemmel eşitlik gerektirmez, Ama gerektirdiği şey, vatandaşların ortak bir yaşam paylaşmakta olmasıdır. | TED | الديموقراطية لا تتطلب المساواة الكاملة، لكنها تتطلب أن يتشارك المواطنون حياة مشتركة. |
Dağlık coğrafya ve göçebe yaşam tarzları kendi eşitlik anlayışlarını oluşturdu. | TED | نمط حياة السكوثيون القاسي وكونهم بدو رُحل، شكّلا معا نوعًا من المساواة بين الرجال والنساء. |
Öyleyse bugün için piyasa ekonomisi ile ne tür bir eşitlik umabiliriz? | TED | وأخرى أن تفشل. إذاً في أي نوع من المساواة نستطيع أن نأمل اليوم مع إقتصاد سوق؟ |
Amerika'da gayler sokaklara dökülüyor ve eşit haklar için savaşıyor. | Open Subtitles | الناس في أمريكا يخرجون إلى الشوارع ويقاتلون من أجل المساواة |
Ve bu, sadece güvenlik ile ilgili değil eşit haklar ile ilgili ve... | Open Subtitles | وانها ليست فقط حول السلامة، انها أيضا عن على الحقوق على قدم المساواة |
Belki de bu şekillerin her birinin eşit bir dayanağı var. | TED | من المحتمل ان تكون هذه الاشكال على قدم المساواة مع كل الآخرين |
Ancak kadın ve erkek eşitliği konusunda Hindistan'ın hala alması gereken çok yol var. | TED | ولكن ما تزال الهند تحتاج إلى بذل المزيد من الجهود من ناحية المساواة بين الجنسين. |
Eğer hükümet dışı bir organizasyonda savaşıyorsanız, cinsiyetler arasındaki eşitliği seversiniz. | TED | و إذا كنت تكافح في إحدى المنظمات الغير حكومية, ستحب المساواة بين الجنسين. |
Bu durum, toplumların bütününü kısır bir yoksulluk, eşitsizlik ve umutsuzluk döngüsüne hapseder. | TED | هذا يترك مجتمعات بأكملها محاصرة في حلقة مفرغة من الفقر وعدم المساواة واليأس. |
Bu sohbeti Amerika Birleşik Devletleri bağlamında ele alacağım ancak bu tartışma eşitsizliğin artmakta olduğu her ülke için geçerlidir. | TED | سوف أضع إطارًا لهذه المحادثة فى سياق الولايات المتحدة لكن هذه المناقشة تنطبق عمليا على أي بلد لمواجهة عدم المساواة |
Bizim, bu yolculuğumuzdan aldığımız ders, eşitliğin bir Batı buluşu olmadığıdır. | TED | وما استنتجناه في نهاية المطاف من هذه الرحلة هو أن المساواة ليست اختراع الغرب. |
Feminizm uğruna biraz sür sürüştür, bu işler öyle olur. | Open Subtitles | التلميع قليلاً من أجل مصحلة المساواة بين الجنسين , فلتكن |
Şimdi, baylar... bu ülkede... mahkemelerimiz büyük eşitleyici kurullardır. | Open Subtitles | والآن أيها السادة فى هذة البلاد محاكمنا كانت المساواة العظمى |
Ne yaptığımız konusunda sesli ve gururlu olma zamanı. Çünkü tam Eşitlikten yana olmak öncelikli değerimiz ve arkasına sığınabileceğimiz bir şey. | TED | حان الوقت لنكون صريحات وفخورات بشأن ما نسعى إليه، لأن البحث عن المساواة الكاملة هو من القيم السائدة وشيءٍ يمكننا الحصول عليه. |
Birçok akranının aksine, Sivil haklar hareketinin bazı zaferlerini yaşarken görebildi fakat Birleşik Devletler'de devam eden ırksal eşitsizlikler içine dert olmuştu. | TED | بعكس أقرانه، عاش لكي يشهد بعض من انتصارات حركة الحقوق المنية، ولكن استمرار عدم المساواة العرقية بالولايات المتحدة الأمريكية أثقل عليه بشدة |
Irk, biyolojik nedenlere dayandırılan insan sağlığının sosyal eşitsizliğinden kaynaklanan sosyal bir sınıflandırmadır. | TED | العرق فئة اجتماعية لها عواقب بيولوجية مربكة، ولكن ذلك بسبب تأثير عدم المساواة الاجتماعية على صحة الناس. |
İnsanlığın farklı gelecekler hayal etme cüretinde bulunduğu ve birçoğunun da radikal bir şekilde, eşitlikçi çizgide organize olduğu bir dönem. | TED | وقت تجرأت البشرية على الحلم بأشكال متعددة للمستقبل، بُني العديد منها على مبادئ المساواة جوهريًا. |
Gelir eşitsizliği artıkça, toplumsal hareketlilik azalır. | TED | بينما يزداد عدم المساواة في الدخل، يقل الحراك الاجتماعي. |
Artık yapısal eşitsizliğe karşı beraberce sesimizi yükseltme ve de birlik olma zamanı. | TED | لقد حان الوقت لنا للنهوض والتكلّم جميعا بصوت عال حول عدم المساواة الهيكلية. |