Bazen bu gerekir. Sen istemesen bile. | Open Subtitles | أحياناً يضطر المرء إلى فعل هذا حتى إن لم تكن هذه إرادته |
Tüm hayatı boyunca hiç çalışmak zorunda kalmadı. | Open Subtitles | لم يضطر إلى العمل في سبيل أي شيء طيلة حياته |
Ve onun programına göre çalışacağız, o da okulu bırakmak zorunda kalmayacak. | Open Subtitles | و سنعمل به وفقا لجدوله ولن يضطر لترك الجامعة |
Herkesin er ya da geç veda edeceği vakit gelir mecbur. | Open Subtitles | حسناً، الجميع يضطر أن يقول وداعاً عاجلاً أو آجلاً. |
Ama haremini bir ay boyunca her saat savunması gerekebilir. | Open Subtitles | لكنه قد يضطر للدفاع عن إناثه كل ساعةٍ من ساعات الشهر القادم |
Şarkılar böyle devam ederse, Almanların beni vurmasına gerek kalmayacak. | Open Subtitles | يا يسوع.. أوفام أهناك المزيد من الأغانى مثل تلك لن يضطر الأعداء الى اطلاق النار على |
Çok fazla beklemesine gerek kalmadan ilk ayı havuza dalıyor. | Open Subtitles | لم يضطر للانتظار طويلاً قبل أن يخوض الدب الأول البركة |
Ne zaman yemeğe gitsek kapının karşısına oturması gerekir. | Open Subtitles | مثلاَ حين تأكلين يضطر دائماَ للجلوس مواجهاَ الباب |
Her yarışta öyle bir an vardır ki, saniyenin onda birinde çok önemli bir karar vermeniz gerekir. | Open Subtitles | حسناً، عندما يحين وقت كُل سباق، فالسائق يضطر أن يتأخد قرار غريزي فوري واحد. |
Hepimiz barış istiyoruz. Ama bazen kendini savunman gerekir. | Open Subtitles | الجميع يحب السلام و لكن في بعض الأوقات يضطر الرجل للدفاع عن وطنه |
Bu durum bizi birbirimize ve evimize bağladı böylece kendi duygusal güvensizliği ile hiç hesaplaşmak zorunda kalmadı. | Open Subtitles | حول معنى وجود منزل هذا ما جلعله يرتبط بنا و ببيتنا بحيث لا يضطر إلى التعامل |
O da farklı ama bunu hiç saklamak zorunda kalmadı. | Open Subtitles | إنه طافر ولكنه لم يضطر للإختباء أبداً |
Bir şey yapmak zorunda kalmadı çünkü onun yerine sen yaptın. | Open Subtitles | لم يضطر لهذا لأنكِ فعلتِ هذا من أجله |
Ve böylece beni hiçbir yere götürmek zorunda kalmayacak. | Open Subtitles | و بهذا لن يضطر للذهاب لإحضاري في أي مكان |
Gelecek sefer babam bayıldığında kimse camı kırmak zorunda kalmayacak. | Open Subtitles | سأتركه مفتوحاً حتى لا يضطر أحد لكسر نافذة للدخول لو أغمي على أبي مرة أخرى |
Böylelikle patronlarına açıklamak zorunda kalmayacak | Open Subtitles | حتى لا يضطر ان يخبر رؤسائه أنت سرقت الكولومبيين؟ |
Kahrolası müşterilerle ilgilenirim ki... mühendisler buna mecbur kalmasın. | Open Subtitles | انا اتعامل مع مع الزبائن الأوغاد حتى لا يضطر المهندسين للتعامل معهم |
Herkesin er ya da geç veda edeceği vakit gelir mecbur. | Open Subtitles | حسناً، الجميع يضطر أن يقول وداعاً عاجلاً أو آجلاً. |
Paul'un tekrar ameriyata alınması gerekebilir. Görünen o ki, kurşun düşündüklerinden daha fazla hasar vermiş. | Open Subtitles | ربما يضطر (بول) للعودة إلى الجراحة فمن الواضح أن الرصاصة أحدثت ضرراً أكثر مما كانوا يتصورون |
Müdahale etmesi gerekebilir. | Open Subtitles | قد يضطر إلى التدخّل. |
Savcının anlaşma yapmasına gerek kalmayacak. | Open Subtitles | المدعي العام لن يضطر لمناقشة صفقة معك |
Bunu yapmasına gerek kalmayacak. | Open Subtitles | لن يضطر إلى فعل هذا بعد الان |
Mutfaktan çıkmasına bile gerek kalmadan. | Open Subtitles | لمْ يضطر قط لمُغادرة المطبخ. حسناً، مُمتاز. |
Her mültecinin hikâyesi birbirinden farklıdır, çoğu da sonu bilinmez tehlikeli yolculuklara çıkmak zorunda kalmıştır. | TED | تختلف قصة كل لاجئ عن الآخر وبعضهم يضطر لخوض رحلات خطرة غير مضمونة النتائج. |