Bugün bile, artık her sorununız olduğunda doktora gitmek zorunda değilsiniz. | TED | أصلا اليوم ، ليس عليك الذهاب إلى الطبيب في عدة حالات. |
Gelecek hafta sonu ailenin yanına gitmek zorunda olduğuna çok sevindim. | Open Subtitles | انا مسرور جداً لانه يتوجب عليكِ الذهاب لوالديكِ الاسبوع المقبل |
Oraya gitmek zorunda değilsin. Zaten bunun için bir robot var. | Open Subtitles | لا يجب أن تذهب هناك لقد أرسلنا الروبوت في منتصف الطريق |
Ama Lipari'ye gitmek zorunda kalırsak, daha uzun zaman alacaktır. | Open Subtitles | ولكن إن كان علينا الذهاب إلى ليباري, سنضطر إلى المزيد من الوقت |
Annem işe gitmek zorunda olmasaydı, onun yerine senin gitmen gerekirdi. | Open Subtitles | إذا لم تكن أمي مضطرة للذهاب إلى العمل عندئذ ستذهبين عوضاً عنها |
Gittiğin için üzgünüm, ama tabiki gitmek zorunda oluşunu anlıyorum. | Open Subtitles | يؤسفني أنك سترحل، ولكنني بالطبع أتفهم أن عليك الرحيل |
Ev, gitmek zorunda kaldığında içeri girebildiğin yerdir. | Open Subtitles | المكان الذى عليك أن تذهب إليه هو المكان الذى يحتويك |
O gitmek zorunda değil. Kimse onun adını duymadı bile. | Open Subtitles | هي ليس عليها الذهاب لم يسمع بها احد من قبل |
Sonra o herifin evine gitmek zorunda kaldık. | Open Subtitles | كان علينا أن نذهب إلى هذا البيت عجب الخبز. |
Yani, serseri bir kurşunla vurulsanız bile... aldırmak için doktora gitmek zorunda kalmayacaksınız. | Open Subtitles | لذا حتى لو أصبت من رصاصة فليس عليك الذهاب لطبيب كي يخرجها |
Çünkü sen işte gitmek zorunda olduğunda benim tek yapmam gereken; | Open Subtitles | لأنه حينما يتعين عليك الذهاب للعمل كل ما أفعله هو الجلوس و التفكير في طرق لإيذائك |
Peki böyle bir zamanda oraya gitmek zorunda mısın? | Open Subtitles | هل ينبغي عليك الذهاب إلى هناك في مثل هذا الوقت ؟ |
Bu sefer değilse de bir gün gitmek zorunda kalacaksın. | Open Subtitles | إن لم يكن الآن، فسيتعيّن عليكِ الذهاب في وقتٍ آخر! |
Vanilyamız bitmiş. Markete gitmek zorunda kalacaksın. | Open Subtitles | وقد انتهت فاصولياء الفانيلا لدينا ربما يتوجب عليكِ الذهاب لمتجر البقالة |
Onu buradan çıkarmak zorundasın. Balık tutmaya gitmek zorunda kalacaksın oğlum. | Open Subtitles | يجب أن تدخن هذة بالخارج يجب أن تذهب لتصطاد يافتى |
Sezar Augustus herkesi vergilendirmek için kendi memleketlerine gitmek zorunda bırakmış. | Open Subtitles | قيصر وأوغوستوس، الكل يعرفهم يجب أن تذهب لمدينتهم لكي تتعرف |
Bundan sonra tapinaga gidersiniz simdi gitmek zorunda miyim? | Open Subtitles | بعدها سأذهب للمعبد هل علينا الذهاب الآن؟ |
Sen gitmek zorunda değilsin. Ama ben evi merak ediyorum. | Open Subtitles | , لستِ مضطرة للذهاب لكنني متحمسة لرؤية هذا المنزل |
Sonra sırtını incittiğini, gitmek zorunda olduğunu söylersin. | Open Subtitles | و عندئذ ستقول أن ظهرك يؤلمك و أنه يجب عليك الرحيل |
ve sonra yeni okuluna çöp torbası kokan giysilerle gitmek zorunda kalırsın. | Open Subtitles | و من ثم عليك أن تذهب إلى مدرسة جديدة بثياب رائحتها كرائحة كيس القمامة |
Küçük oğlan korucunun geldiğini öğrendi... ve Lassie'ye çok çok uzaklara... gitmek zorunda olduğunu söyledi. | Open Subtitles | تحقق الولد من ان الحارس يقدم واخبر لاسى ان عليها الذهاب بعيدا من هناك. |
O Aptal yemeğe gitmek zorunda değiliz. Annemin isteği. | Open Subtitles | فلتدعك منه إذن ليس علينا أن نذهب إلى ذلك الغداء الغبى |
- gitmek zorunda değilsin. - Ayaklarına dikkat et. | Open Subtitles | ـ أتعرفين، لا يجب أن تذهبي ـ أنتبه لقدميك |
Otobüs bulamazsın. Eve yürüyerek gitmek zorunda kalacaksın. | Open Subtitles | لن تجدي باصاً يقلُّكِ يتوجب عليكِ أن تذهبي للبيت مشياً |
Her şey göz teması aşamasına kadar gitmek zorunda değil. | Open Subtitles | أنت تعرف، وليس كل شيء أن يذهب بقدر اتصال العين. |
Herkese, kitap almak için şehre gitmek zorunda olduğumu söylerim. | Open Subtitles | سأخبر أبي بذلك أني بحاجة للذهاب إلى المدينة لشراء بعض الكتب |
Burada oturamaz. Yani içmek istiyorsa, mutfağa gitmek zorunda. | Open Subtitles | لا يمكنه الجلوس هنا عليه الذهاب إلى المطبخ إن أراد الشرب |
Pijama zamanı neredeyse geldi. Yani aileleriniz gitmek zorunda. | Open Subtitles | إنه وقت ارتداء ملابس النوم تقريباً وهذا يعني أنه على الأولياء أن يغادروا |