Onları bir kafese koyduğunuzda birinci maymun pek fazla yemeyecektir. | TED | وإن وضعتهما في قفص، فلن يأكل القرد رقم واحد كثيرًا. |
Ancak çok fazla rüya gördüm başka bir şey hakkında yazmak artık imkânsız. | Open Subtitles | لكني حلمت كثيرًا البارحة. والآن من المستحبل أن أكتب عن أي شيء آخر. |
Heykelleri o kadar gerçekçiydi ki, Herkül onları gerçek insan zannediyordu. | TED | صنع منحوتات مشابهة للحقيقة كثيرًا أساء هرقل فهمها وحسبها لرجال حقيقيين. |
çok uzaklaştım. O kadar ki, başladığım yere geri döndüm. | TED | نعم، لقد تحسنت كثيرًا بأني عدت للموضع الذي بدأت منه. |
Kendine zarar verirdi. sürekli kendi yüzünü yumrukluyordu. | TED | فهو يقوم بإيذاء نفسه، فكان يلكم نفسه كثيرًا في الوجه. |
Dük bu kadar çabuk cevabımı bekliyorsa beni fazla sevmiyor demektir. | Open Subtitles | الدوق لا يستطيع محبتي كثيرًا إذا كان بحاجة لجوابي بشكل شديد |
Hiçbir kumandanın hakkı olmayacak kadar fazla adam öldürmüştür o. | Open Subtitles | فلقد مات كثيرًا من رجاله أكثر من أى قائد آخر |
fazla şaşırmış veya durumdan pek de rahatsız olmuş görünmüyorsunuz Yüzbaşı. | Open Subtitles | لا تبدو مندهشًا كثيرًا أو مُرتبك من هذه المسألة ، كابتن |
Hayatımızı kısıtlayan yaraları iyileştirmek için çok fazla çaba gerekir. | Open Subtitles | إنه يأخذ كثيرًا من الجهد لتضميد الجراح التي تقيد حياتنا |
Fakat gerçek gezegen avcılığı süreci, çok fazla grafiğe bakmayı gerektiriyor, burada size gösterdiğim gibi ve notlar eklemeyi gerektiriyor. | TED | ولكن اصطياد الكواكب فعليًا يتضمن النظر كثيرًا إلى رسوم بيانية، مثل المعروضة هنا، والتعليق عليها. |
Işık ve ısıya fazla kafa yoran bir bilim adamıyım. | TED | أنا عالم يفكر كثيرًا بشأن الضوء والحرارة. |
Sosyal medya bizi karşılaştırmaya teşvik ettiği kadar paylaşmaya teşvik etmiyor. | TED | لا يمكنُ لوسائل التواصل الاجتماعي تشجيعنا كثيرًا للمشاركة، كما تفعل للمقارنة. |
Belki de onu çok seven kızlardan biri, öldürecek kadar da kıskanmıştır. | Open Subtitles | لكن ربما إحدى تلك الفتيات اللواتي أحبّوه كثيرًا كانت غيورة كفاية لقتله |
Kızlar, sürekli askerlik günlerinden bahseden erkeklerden nefret eder. | Open Subtitles | الفتيات يكرهنّ الرجال الذين .يتحدثون عن خدمتهم العسكرية كثيرًا |
Yılda 500 senaryo okuyorsanız, epey okuyorsunuz. | TED | إذا كنت تقرأ 500 سيناريو في السنة أنت تقرأ كثيرًا |
Faşist aynaya baktığınız zaman, kendinizi olduğunuzdan çok daha güzel görüyorsunuz. | TED | عندما تنظرون في مرآة الفاشي، ترون أنفسكم أجمل كثيرًا من الواقع. |
Yer yüzünde insanlar bundan çok daha büyük açlıklara katlandılar. | Open Subtitles | ابتُلى الكثير من أهل الأرض بجوع يفوق كثيرًا ما يعترينا. |
Seni çok kolladım biliyorsun ama bazen gerçekten orospu oluyorsun. | Open Subtitles | أوَتعلمين، لقد دافعت عنك كثيرًا ولكن أحيانًا تكونين ساقطة حقيقة |
Bir şey çok iyi yapıldığında, arkasındaki süreç fazlasıyla görünmezdir. | TED | وعندما يعمل شيء ما دونما أي خلل، فإن السبب وراء ذلك كثيرًا ما يكون مخفيًّا عن الأنظار. |
Bu şekilde ehliyet aldım ve kendimi işe verdim, bir sürü ev sattım. | Open Subtitles | وهذه هي كيفية حصولي على رخصتي، انغمست في العمل، بعت كثيرًا من المنازل |
Hemen döneceğim. Naber? Konuşmuyorsun ama bayağı iyi yiyorsun. | Open Subtitles | سأعود في الحال أنتَ لا تتحدثُ كثيرًا لكنك تجيدً الأكل جيدًا |
Neredeyse hiçbirimiz çok sık cinsel ilişki yaşamıyoruz. | TED | ولا أحد منّا تقريبًا يُمارس الجنس كثيرًا. |
Burada, Birleşik Devletler'de, dünyanın bir çok ülkesindekinden daha iyi olmayan sonuçları almak için kişi başına daha çok para ödüyoruz. | TED | هنا في الولايات المتحدة الأمريكية نحن ننفق مالًا كثيرًا للشخص الواحد من أجل نتائج ليست أحسن من دول كثيرة في العالم. |
Ve Tim Chuck'ı çok severdi, hep onu takip ederdi, Chuck'ı bir akıl hocası olarak görürdü. | TED | كان تيم يحب تشك؛ ويتبعه كثيرًا في الأرجاء، وينظر إلى أخيه تشيك كمعلم. |
Yemekte sık sık bacak bacak üstüne at ve ayakkabını ayağının ucunda salla. | Open Subtitles | ضعي قدمك على الأخرى كثيرًا أثناء العشاء وببطء واجعلي الحذاء يتدلى من قدمك |
Hareket halinde olmayı severim. Gözüme takılan çok şey oluyor. | Open Subtitles | لا، لا، إنني أحبّ الإرتحال، كثيرًا ما يسهم بجذب الإنتباه |