Bu yüzden harekete geçmezsek, bugün bir şeyler yapmazsak, çok yakın bir zamanda, bazılarının tabiriyle zaman ayarlı tedavi bombasıyla yüzleşeceğiz. | TED | لذلك ما لم نتصرف ، ما لم نفعل شيئا اليوم فسنواجه في القريب العاجل ما أسماه البعض قنبلة الزمن بالنسبة للعلاج. |
Belki Usta zamanda geri gitti ve onlarca yıl boyunca burada yaşadı. | Open Subtitles | ربما يكون السيد قد عاد في الزمن وهو يعيش هنا منذ عقود |
Aydınlatma görevini yerine getiriyor, ama aynı zamanda, bu veriyi transfer edebiliyoruz. | TED | انه يؤدي وظيفة الاضاءة لكن في نفس الوقت نستطيع بث هذه البيانات |
Fakat aynı zamanda biz Arab mirasıyla da yeniden bağlantı kuruyoruz. | TED | ولكن في نفس الوقت نحن نعيد الارتباط ونؤكد اهمية تراثنا العربي. |
Ama durumu iyi anlayabilmek için zamanda biraz ileri gitmeliyiz. | Open Subtitles | ولكن لفهم الأمر جيداً على الشخص أن ينتقل أماماً بالزمن |
Büyüyen ailelerini beslemek için bu devasa tundrada yakın zamanda bir şeyler bulmalılar. | Open Subtitles | عليهم العثور على شيءٍ بأقرب وقتٍ داخل هذه البرية الشاسعة لإطعام عائلتهم المتنامية |
Bazı nedenlerden dolayı zamanda geriye giden katil robot sürücü öğretmen hakkında. | Open Subtitles | حول إنسان آلي قاتل معلّم قيادة الذي يسافر عبر الزمن لسببٍ ما |
Oh, benden senin zamanda bir çatlak bulduğuna inanmamı istiyorsun? | Open Subtitles | اوه,و أنت تريدنى أن أصدق أنك وجدت شق فى الزمن |
Bugünü daha önce yaşadım. Bir şekilde zamanda geriye gittim. | Open Subtitles | لقد عشت هذا اليوم من قبل لقد رجعت في الزمن |
Bu çocukları zamanda daha geriye göndermek bununla savaşma teşebbüsü idi. | Open Subtitles | إرسال هؤلاء الأطفال للوراء عبر الزمن كانت محاولة لقتل ذلك الشر |
Bu robot zamanda yolculuk yaptı ve 2008 yılına döndü. | Open Subtitles | هذه الألة اختبرت السفر عبر الزمن و عادت لعام 2008 |
Bunun yerine, alternatifler aşağı yukarı aynı değerde, değerleri aşağı yukarı aynı düzeyde ama aynı zamanda da farklı çeşitlerde değere sahip. | TED | بدلًا عن ذلك، فإن البدائل هي بنفس حارة القيم، بنفس رابطة القيم، بينما تكون في ذات الوقت مختلفة جدًا في نوع القيمة. |
Çünkü biliyorsunuz ki sizinle aynı zamanda bağıran sekiz kişi var. | TED | لأنكم تعرفون، أن هناك 8 أشخاص آخرين يصرخون في نفس الوقت. |
Biliyor musunuz halkım ölürken aynı zamanda kültürüm de ölüyor. | TED | و في الوقت نفسه، كما يموت شعبي، ثقافتي ايضا تموت. |
Kesinlikle. zamanda ileri gidip başka neler oluyor diye baktım. | Open Subtitles | بالضبط.لقد ذهبت إلى الأمام بالزمن كى أرى ماذا سيحدث أيضا. |
Aynı zamanda, size Notre Dame'ın gece vakti ışıltısını gösterebilirim. | TED | وفي وقتٍ واحد، أستطيع أن أريكم كاتدرائية نوتردام المتوهجة في الليل. |
Bu da demektir ki, eğer biri oraya gönderilirse, zamanda ilerleyemezler. | Open Subtitles | مما يعني أن أي شخص ينتقل إليه لا يستطيع التقدم بالوقت |
Dr. Brennan bir çete üyesinin yakın zamanda mülkünüzde bulunduğuna dair kanıt buldu. | Open Subtitles | عثرت الطبيبة برينان على دليل تعود لفرد عصابة كان يقيم في منزلك مؤخراً |
Bak, neyin peşindesin bilmiyorum, ama seninle yakın bir zamanda uzun uzun konuşacağız. | Open Subtitles | اصغي، لا أعرف إلام تخططين، ولكن علينا خوض نقاش طويل بوقت قريب للغاية |
- Yakın bir zamanda ateş edilmiş. - Evet. Birkaç tavşan avlamıştım. | Open Subtitles | ـ أستـُخدمت منذ فترة وجيزة ـ نعم ، قتلتُ بها بعض الأرانب |
Buranın yerel saati Pasifik Saatidir. Yani iki cinayet de aynı zamanda işlenmiş. | Open Subtitles | ذلك توقيت المحيط الهادى هذا يجعله فى نفس اللحظة |
Şayet farklı bir zamanda doğsaydınız saygı değer biri olurdunuz. Ciddiyim. | Open Subtitles | لو كنت وُلدت في زمن آخر لأخذت مكانك الحق، أعني هذا |
Biz evrenin merkezinde değiliz. Evrenle birlikte genişleyerek... zamanda genişlemektedir. | Open Subtitles | لسنا مركز الكون بل إن الكون كله يتوسع في الزمان |
Çocuklarla bu zamanda yaşanılanlar o kadar da travma sayılmaz. | Open Subtitles | . هذه مشكلة الأولاد هذه الأيام ، لا يتألمون كفايةً |
Herhangi bir tanesi yanlış bir zamanda caddeye fırlayıp bir arabanın altında kalabilir. | Open Subtitles | ربما يُسرع أياً منهم لعبور الشارع في التوقيت الخاطيء، ويُصدم من قبل سيّارة |
Aynı zamanda tüm ülkenin dönüşümüne şahit olduğumuz için de çok şanslıyız. | TED | ولكن بعد ذلك نحن أيضا محظوظون جدا لنشهد التحول في البلد كلها. |
Vücudumuzu çalıştırır ama aynı zamanda da bir güç türü. | TED | هو ما يحرك أجسادنا، لكنه أيضًا شكل من أشكال القوة. |