Bu kadar sevdiğim adamın izin verirsem beni öldüreceğini fark ettim. | TED | أدركت أن الرجل الذي أحببته كثيراً كان سيقتلني لو سمحت له. |
Buraya yeni bir yaşam bulmaya gelmiştim. Şimdi yanlış yerde aradığımı anlıyorum. | Open Subtitles | أتيت إلى هنا لإيجاد حياة و أدركت إنني أبحث في المكان الخطأ |
Hem çeviri hem de geçişte bunlar kaybolmuştu, kendimle aramda köprüler kurma zamanımın geldiğini anlamıştım. | TED | كل هذا ضاع أثناء الترجمة والتحول، وعندما أدركت ذلك، قررت أن الوقت قد حان لأبدأ بناء جسور تربط بين شخصياتي. |
Macklin ve Aquavet'in birlikte iş yaptığını anladın ve onu terletmek istedin. | Open Subtitles | و أدركت أن ماكلين و والطبيب متعاونين , لذا طلبت التخلص منه |
Bunun yiyeceklerimiz ile heves ettiğimiz bir ilişki şekli olmadığının farkındayım. | TED | لأقد أدركت هذا بأنه ليس نوعا من العلاقة التي دائما ما نطمح أن تكون مع غذائنا. |
Benim iyiliğim için vurduğunu biliyorum | Open Subtitles | بطبيعة الحال، أدركت انك تفعل ذلك من أجلي |
sonra da bir psikopat tanıyıcısı olmanın beni bir psikopata dönüştürdüğünü gördüm. | TED | ومن ثم أدركت أنه بكوني راصد للسيكوباتيين قد حولني قليلا إلى سيكوباتي. |
Adaya gelmeden önce ne olduğumuzun bir önemi olmadığını öğrendim. | Open Subtitles | أدركت أنّه لا يهم ماذا كنّا قبل مجيئنا على الجزيرة |
Cora Tanrı hakkında konuştuğumuzu anlayınca, bunun bir günah olduğunu söyledi. | Open Subtitles | أخبرتنيّ أنه كان مخطئاً عندما أدركت كيف كنا نتحدث عن الله |
Cambridge'de, evimden binlerce mil uzakta, dizüstü bilgisayarımla herhangi bir insanla olduğundan daha fazla zaman geçirdiğimi fark ettim. | TED | وفي كامبريدج بعيدا عن منزلي بآلاف الأميال، أدركت أني أقضي وقتا أكبر أمام حاسوبي مما كنت أفعل مع الناس. |
aslında ne kadar muhteşem bir armağan olabileceğini, hayatlarımızı nasıl yaşadığımıza dair nasıl çarpıcı bir içgörü olabileceğini fark ettim. | TED | ثم أدركت أن هذه التجربة هي هبة رائعة يمكن أن تحدث، يا لها من سكتة للبصيرة عن كيفية عيشتنا لحياتنا. |
Çok geçmeden gücü fark ettim. Çünkü insanlar hikâyelerini giymekten gururlanıyorlardı. | TED | ثم بعد ذلك أدركت القوة، لأن الناس كانوا يرتدون قصص الخاصة. |
Seni bu insanlarla gördükten sonra anlıyorum ki kaderini gerçekleştirmek için çok zayıfsın. | Open Subtitles | وبعد أن رأيت مع هؤلاء البشر، أدركت أنك ما زلت ضعيفاً لتنفذ قدرك. |
Şimdi anlıyorum ki senden korkmam için ellerinden geleni yapıyorlardı. | Open Subtitles | أدركت الآن أنّهم يحاولون فعل كل شيء ممكن ليجعلوني أخشاك |
Bu çantaların aslında kendi fabrikalarında üretildiğini anlamıştım ve çantaların hepsi orjinaldi. | TED | ببطء أدركت هذه حقائب اليد تم انتاجها من قبل مصنعهم، وكل واحد منهم كانت أصلية. |
Şimdi, eğer bana doğru bu şekilde gelirsen, çok güzel. Doğru pozisyonu yakalamış oluruz. anladın mı? | Open Subtitles | والآن لو اتجهت لي مثل هذه سوف تؤدى الثلاثية بسهولة ، هل أدركت ذلك ؟ |
Ben de artık birçok şeyin farkındayım baba. | Open Subtitles | أدركت الكثير من الأمور الجديدة أيضاً يا أبي. |
Ou sevdiğimi,ne olursa olsun, kendimi sıyıramayacak kadar ona bağlı olduğumu biliyorum. | Open Subtitles | أدركت إننى أحبها ومرتبط بها جداً, أياً كان ما سيحدث. |
O öldükten sonra, farkettim ki kimse bana artık yazmıyor. | TED | وبعد موته، أدركت أنه لا أحد يكتب لي بعد الآن |
Sonuçta ise şunu öğrendim: "Kimliğimi yeniden oluşturmaya ve kendi hikayemi yaratmaya ihtiyacım vardı. ["Özgürlüğü Bulmak: Kendi hikayelerimizi oluşturmak ve yaşamlarımızda yeni metinler oluşturmak, | TED | ونتيجة لذلك ، أدركت أنني بحاجة لكتابة قصصي بنفسي حول هذه التجربة، رواية جديدة ﻷستعيد هويتي |
Ama benim için yaptığını anlayınca senden hoşlandım. | Open Subtitles | لكن عندما أدركت أنك كنت تفعل ذلك لأجلي فقد إنجذبت لك |
Fakat bir süre sonra seni bir daha geri alamayacağını anladı. | Open Subtitles | ولكن في النهاية أعتقد أنها أدركت أخيرا انها لن تسترجعك أبداْ |
Fakat çok geçmeden anladım ki bu fırsat evrensel değildi. | TED | لكن سرعان ما أدركت أن هذه الفرصة لم تكن عالمية. |
Beyninin kısayoldan gittiğini ve bir şeyler kaçırdığını fark ettin. | TED | أدركت أن دماغك اتخذ طريقًا مختصرًا و فوّت شيئًا ما. |
Bu yerlerde fotoğraf çekerken, resimlerde bir şeyin eksik olduğunun farkına vardım. | TED | وبعد أن إلتقطت صوراً لهذه المواقع، أدركت بان هنالك شئٌ ما ينقصها. |
Brüksel'de çaresizce tekrar tekrar ortak çözümler bulmaya çalışırken hiç kimsenin, hem de hiç birimizin daha önce böyle bir krizle uğraşmadığını farkettim. | TED | في بروكسل عندما حاولنا بشدة مراراً وتكراراً أن نوجد حلولاً مشتركة أدركت أن لا أحد منا قد تعامل من قبل مع أزمة مماثلة |
Taşınma heyecanı sırasında dişi koyunun eli kulağında olan doğumunu unuttuklarını fark etti. | TED | فجأة، أدركت برقشين بأن الولادة الوشيكة لهذه النعجة نُسيت وسط زحمة يوم الانتقال. |