Bu aslında Notre Dame'ın doğru bir şekilde kaydedilen bir posteri. | TED | هذا في الحقيقة ملصق لكاتدرائية نوتردام الذي تم تسجيله بشكل صحيح |
dedim. Doğru: her şeyi kendi hâline bırakan Doğa Ana senin için ilginç ve yararlı bir yol açmayacak. | TED | وهذا صحيح: إذا ما تركت أمور الدنيا لوحدها، لن تقوم الطبيعة بنحت طريق مثير أو مفيد بالضرورة من أجلكم. |
Fakat asıl problem bunun doğru olması, çünkü işgücümüzde aşırı bir çeşitlilik eksikliği var, özellikle de etki alanlarında. | TED | والمشكلة هي إن هذا صحيح نوعا ما لأن هناك نقصاً شديداً في التنوع في عمالتنا، خاصة في مواقع المؤثرة. |
Eğer doğru oynarsak, tüm ekonomilerde sürdürülebilir bir büyüme göreceğiz. | TED | إذا لعبناها بشكل صحيح سنرى نمو ثابت في جميع اقتصاداتنا |
Bu Rachel Carson'ın zamanında da doğruydu, şimdi de doğru. | TED | كان ذلك صحيحًا في زمن راشيل كارسون، وهذا صحيح اليوم. |
Yalnızca o araçların elektronik etkinliğe sahip olacağı söyleniyor ama bu doğru değil. | TED | يدعون أنهم سيكونوا الوحيدين الذين يملكون سيارات كهربائية فعالة، لكن هذا غير صحيح. |
Ama şunu söyleyebilirim ki benim için bu çok, çok doğru. | TED | لكن أستطيع أن أقول لكم أن الأمر صحيح للغاية بالنسبة إليّ. |
Evlilik kararı çok doğru. Onu görünce, buna ikna oldum. | Open Subtitles | إن هذا الزواج شيئ صحيح تماماً لقد اقتنعت لحظة مقابلتها |
Evet, doğru. Onu bu akşam erken saatlerde seninle tartışırken gördüm. | Open Subtitles | هذا صحيح , لقد رأيته يتعارك معه فى بداية هذا المساء |
Çok doğru. Onunla ilgili her şeyi doğduğu günden beri bilirim. | Open Subtitles | هذا صحيح, أعرف عنها كلّ شيء، منذ اليوم الذي وُلدت فيه. |
Bu doğru, böyle bir niyetim yok talep etmem de. | Open Subtitles | هذا صحيح أنا لا أطلب ولا أنوي أن أطلب شيئاً |
- Bu doğru. - Bahse girerim, bir çok ceset incelemişsindir. | Open Subtitles | ـ هذا صحيح ـ اعتقد انك شاهدت الكثير من جثث القتلى |
doğru, ama biz nehire varana kadar askerler bizi temizler. | Open Subtitles | هذا صحيح ، ولكن الجنود سيقتلونا قبل أن نصل للنهر |
Fakat dediğim gibi, araç sürücüleri uyum sağlarlar, doğru mu? | TED | ولكن في الحقيقة كما قلت سابقا، يتأقلم سائقوا المركبات، صحيح؟ |
Oldukça net bir prosedür, göz kapakları doğru yöne çevriliyor. | TED | فهذه عملية مباشرة تهدف إلى إعادة الجفون إلى حالتها الطبيعية. |
Bu çok iyi. Şİmdi sorumuz şu, bunların hangisi doğru cevap? | TED | حسن ذلك جيد. السؤال هو ما هي إذن الإجابة الصحيحة ؟ |
doğru mu? Nathaniel Kahn: Yaptıysa çok şanslı bir adamdır. | TED | نثانيال خان: إن كان ذلك صحيحا فهو رجل محظوظ جداً. |
Harare'de sıcak bir Ağustos sabahı Farai, iki çocuk annesi 24 yaşında bir kadın bir banka doğru adım atıyor. | TED | في أحد صبحيات أغسطس الدافئة في هراري، فاراي، أم لطفلين تبلغ من العمر 24 عامًا، تمشي نحو مقعد في حديقة. |
doğru düzgün tıbbi malzemelerim olmadan hiçbir hastanın bana güvenmesini de bekleyemezdim. | Open Subtitles | لا اتوقع ان يثق فىً مرضاى لو لم يكن لدىً المعدات المناسبة. |
Nehrin arkasındaki şu terkedilmiş köye doğru gidiyorlarmış gibi gözüküyor. | Open Subtitles | نعم. يبدو أنهم متجهون إلى تلك القرية المهجورة أعلى النهر |
Sanırım bu doğru. Tadını alamıyor, düşünemiyor ya da hissedemiyorum. | Open Subtitles | عندك حق, فانا لااستطيع ان اتذوق, ولا افكر او اشعر |
Biliyorum ki bu hırslı genç adamlar doğru seçimi yapacak. | TED | أنا أعرف بأن هؤلاء الشباب المندفعين والطموحين سيختارون الخيار الصائب. |
Sence keşişler gibi oturup da neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünüyorlar mıdır? | Open Subtitles | هل تعتقدين أنهم يجلسون فى زنزانة مثل الرهبان ليوازنوا بين الحق والباطل ؟ |
Ama doğru söyledi. Herkesin gizli bir köşe bucağı vardır. | Open Subtitles | و لكنه محق رغم ذلك فلكل إنسان أسراره و عيوبه |
Bu doğru, öyle oldu. Ekmek kesiyordum ve bıçak kaydı. | Open Subtitles | حسنا ، هذا حقيقى كنت أقطع الخبز حين اٍنزلق السكين |
Mesele şu ki, konu evrenlere ve içerdikleri karanlık enerjiye geldiğinde, bu akıl yürütme bunlar için de doğru olabilir. | TED | والهدف هو عندما نأتي الى الاكوان والطاقة المظلمة التي تحتويها فإنه من الممكن كذلك ان يكون النوع الصحيح من التبرير |